Perşembe, Haziran 21, 2018

Magazin nostalji: SES dergisinin 1966 kapak yıldızı Sezer Güvenirgil


4.290 kız ve erkek yarışmacının katıldığı 4. Ses Kapak Yıldızı Yarışması'nda birinciliği kızlarda Sezer Güvenirgil kazanırken, Firuzan Eroğlu 2., Hülya Darcan 3. oldu

Ses Mecmuası Kapak Yıldızı finalistleri nihayet seçildi. Çeşitli elemelerden sonra genç kızlarda Sezer Güvenirgil birinci oldu. İkinciliği Firuzan Eroğlu, üçüncülüğü de Hülya Darcan kazandı.

17 yaşındaki Sezer Güvenirgil, 1966 Ses Kapak Yıldızı seçildi. İkinciliği Firuzan Eroğlu, üçüncülüğü Hülya Darcan kazandı.Sezer Güvenirgil'in röportajını yapmayı üzerime aldığım zaman dergidekiler «Bari gidiyorsunuz» dediler «Müjdeyi de siz verin.» Fotoğrafçı arkadaş telefonla randevu aldı. Sezer bizi 17:30'da bekleyecekti.

Bazen bizim hanımın evde telefon konuşmalarına kulak misafiri olurum da, «Sabahleyin olmaz şekerim, berberim var. Öğleden sonra buluşalım» veya «Saat ikide berbere gideceğim. Ancak 5'e doğru sizde olurum» dediğini duyar, pek ciddiye almazdım.

Kadınların berber hikayeleri benim için hiçbir zaman fıkra konusu ve karikatür lejandı olmaktan ileri gidememişti. O akşam Sezer Güvenirgil'in kapısını çaldığımız zaman «kadın ve berberi» probleminin mevcudiyetini ilk defa karşımda görür gibi oldum. Kapıyı annesi Asya Hanım açtı. Yol gösterirken, «Çok afedersiniz. Sezer berberinde» diye özür diledi. «Biraz geç kaldı, ama neredeyse gelir...»

17:30'da bizi evinde bekleyecek olan Sezer Güvenirgil, saat tam 19:10'da nefes nefese kapıdan içeri girdi. Yanında da sarışın bir delikanlı. «Berberim İskender!» diye tanıştırdı. «Dört buçuktan beri uğraşıyoruz, saçlarıma bir türlü şekil veremedik. Sizi daha fazla bekletmemek için onu da alıp geldim.»

1966 yılında aynı zamanda Türkiye Güzellik Yarışması'na katılan Sezer Güvenirgil (sol baştan üçüncü), bu yarışmada 3. olmuştu.Berber hikayesini ilk defa karşımda derinliğine, genişliğine, uzunluğuna üç boyutlu mücessem bir şekilde görüyordum.

Hanımların saatlerce büyük sıkıntılar içinde uğraşıp yaptırdıkları saçlarını heyecanla karşınıza geçip gösterdikleri zaman biz erkeklerin yarım ağızla, «Güzel olmuş»la geçiştirmemize nasıl içerlediklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Bundan sonra kalpten gelen bir sesle, ağız dolusu «Çok güzel olmuş... Hakikaten bir şaheser... Tebrik ederim karıcığım!» demeye içimden ahdettim.

Karşı karşıya oturduğumuz zaman, «Size bir müjdemiz var» demeye kalmadı. Gözlerinin içinde pırıltılar yaratan tatlı gülüşüyle, «Biliyorum» diye atıldı... «Ses Kapak Yıldızı seçildim değil mi?»

- «Nereden anladınız?» diye soramadım.

- «Kazanmasam, bunu haber vermek için ta buralara kadar zahmet edip gelmezdiniz herhalde» diye ilave etti.

- «Memnun musunuz?» diye sordum.

Ana-kız iki sesli koro halinde, «Çoook» dediler. Sonra annesi çalınan kapıya bakmaya giderken Sezer anlattı. «Biliyor musunuz, arkadaşlarım 'Güzellik kraliçeliği mi, Ses Kapak Yıldızlığı mı?’ diye sordukları zaman, 'İkisi birden olursa çok memnun olurum. Ama yalnız birisi olacaksa, Ses'i tercih ederim' diyordum. Çünkü güzellik kraliçeliği takvim gibi bir şey. Bir sene sonra yenisi çıkınca, eskisinin kıymeti kalmıyor. Ama şimdi benim önümde geniş bir ufuk var. İlk ağızda 8 film çevireceğim. Eğer Türk seyircisi beni beğenir ve benimserse, ondan sonra yenileri de gelecek.»

- «İlk filminizi hangi erkek artistle çevirmek istersiniz?»

Tereddütsüz, «Cüneyt Arkın'la» diyor. «Beyazperdemizin en beğendiğim erkek yıldızı o... Kadınlardan da Belgin Doruk... Yabancılara gelince: Marlon Brando ile Susan Hayward'a, bilhassa sonuncusunun oyun kabiliyetine hayranım. Bir gün olup da onun kadar oynayabileceğimi bilsem, çekinmeden çok şeyimi feda ederdim.»

Sezer Güvenirgil, 'Editha Oktar Bale Okulu'nda eğitim aldığı günlerde...O sırada annesi Asya Hanım elinde bir zarf, sinirli sinirli içeri girdi. «Kanada'daki bir arkadaşımdan...» dedi. «Postacı aşağı bırakmış. Komşulardan biri de sözüm ona iyilik olsun, diye alıp yukarı çıkarmış... Hiç sanmam... Okumak için almışlardır. Bakın, açılıp tekrar kapatılmış. Bugünlerde bütün apartman bizimle meşgul. Merak içindeler. Mektup kimden geliyor, ne yapıyorlar, kızım ne yapacak? Öğrenmeseler çatlayacaklar... Ama okuyamazlar ki, bakın...» diyerek mektubu bana uzattı «Draga Asia...» diye başlıyordu. Romence «Sevgili Asya» demekmiş...

Sezer Güvenirgil'in annesi ve babası aslen Romanyalı. Dedesi Türk. Bir Romen kızıyla evlenmiş, onlardan annesi Asya dünyaya gelmiş. Asya Hanım da, Hilmi Güvenirgil'le evlenir evlenmez, 1940'da İstanbul'a göç edip Kadıköy'e yerleşmişler.

1948'de Hasan adında bir oğulları, bir sene sonra, 18 Mayıs 1949'da da Sezer dünyaya gelmiş. Hasan şimdi otomobil tamirciliği yapıyor. Sezer de ortaokuldan sonra baleye girmiş ve oradan mezun olmuş. «Eğer karşıma film çevirme imkanı çıkmasaydı, muhakkak ki balerin olacaktım» diyor. «Bale, hayatımın ayrılmaz bir parçası gibi, onu o kadar seviyorum ki...»

Halbuki insan değil baleden, canı gibi sevdiği daha nelerden ayrılıyor. Yarın, öbür gün ilk avansını alsın, evvela asansör işlemediği zamanlar 172 basamakla çıkılan bu Galata Kulesi yüksekliğindeki kutu gibi daireden ayrılacak. Daha modern, daha konforlu bir yere geçecek. Zamanla buradaki arkadaşlarının çoğundan ayrılıp, mesleğinin sağladığı yeni yeni arkadaşlara karışacak. Nihayet o da insan, birkaç flört, aşk falan derken evlenip çoluk çocuğa karışınca, annesinden, babasından da ayrılacak. Bu dağdağalı ömür boyunca, bilmem bale hala hayatının ayrılmaz bir parçası olarak kalabilecek mi?

Sezer henüz 17 yaşında. Boyu 1.68, kilosu 56. Ölçüleri de şöyle: Bel: 60, göğüs: 92, kalça: 95. Gözleri bal rengi, saçları açık kumral. Birden damdan düşer gibi, «Bir milyon liranız olsa ne yapardınız?» diye sordum. Şaşırdı. Makyajsız yüzü hafifçe kızardı. «Vallahi hiç düşünmedim bunu» dedi.

- «Ama şimdi düşünmeniz lazım, önünüzde yeni bir ufuk açılıyor. İlk ağızdan 80.000 lira alacaksınız. Başarı kazandığınız takdirde film başına alacağınız ücret 15-20 hatta 30 bin liraya çıkacak. Senede ortalama 10-12 filmden 4-5 yıl sonra bir milyonunuz oldu demektir..»

Derin bir nefes aldı. Bu rakamı içine sindirmeye çalışır gibi bir hali vardı. Yaşına rağmen düşünerek gayet sakin konuştu:

- «İlk iş olarak başımızı sokacak bir kat alırım zannediyorum. Sonra annemin, babamın, kardeşimin istikballerini sağlarım, ondan sonra da...»

Evet, dört kişilik bir ailenin istikbalini sağlamak, hayat standartlarını muayyen bir seviyede tutmak için durmadan, dinlenmeden çalışmak icap ettiğinin henüz farkında değildi galiba.

- «Ondan sonra da küçük bir araba alırım. Buick'in o yeni küçüklerinden...»

- «Elbiseler, ayakkabılar, kürkler...» diye lafa karıştım.

Sezer Güvenirgil, 6. yaş günü kutlamasında annesi Asya, babası Hikmet ve ağabeyi Hasan ile...- «Yok» dedi. «Şimdilik öyle pek fazla lüks şeyler düşünmüyorum. Köşede biraz param olsun istiyorum. Yarın başarısızlığa uğramak, hastalık, çalışamamak gibi şeyler de var...» Sonra güldü. «Ama hayat bu, bilinmez ki... Bir zamanlar Ses'te okumuştum. Bir artistimizin 240 çift ayakkabısı varmış. Acaba ben de öyle olur muyum dersiniz?»

Ben bir şey söylemeye vakit bulamadan annesi «Hayır» dedi. «Kızım ailesine, evine bağlı bir kızdır. Hiçbir zaman öyle olmayacak.»

Evine bağlı Sezer meğer mükemmel bir terzi ve aynı zamanda iyi bir ahçıymış.

- «Bütün elbiselerimi kendim dikerim» diye anlatmaya başladı. «Hem sadece öyle basit, günlük elbiseler değil. En ağır sim işlemeli tuvaletler, paltolar bile...»

Koşup içeriden birkaç güzel tuvalet ve elbise getirip gösterdi. «Bu kabiliyeti tamamen anneme borçluyum. Annem iyi bir terzidir. Ne öğrendimse ondan öğrendim.»

- «Ya yemek pişirmesini?»

- «Onu da ondan öğrendim. Ama kendi zevkimce ilerlettim. En beğendiğim yemek karnıyarık ve patates kızartmasıdır. Bir gün buyurun da size de yapayım. Bakın nasıl beğeneceksiniz.»

İçki, sigara hiç içmiyor. Mecbur olsa dahi... Kahveyi de pek sevmiyor. Çayı tercih ediyor. Limonata, bisküvi gibi şeylerle arası nispeten iyi. Okumayı çok seviyor. Yaşının icabı bilhassa şiire çok düşkün. En sevdiği şair de Turhan Oğuzbaş... Uzandı, etajerin üzerinden ince bir kitap çekip aldı.

- «Onun bütün şiirlerini severim» dedi. Sonra sayfaları karıştırıp «Mesela şuna bakın» diye okumaya başladı:

"Aşkta, insanoğlunun hiç değişmeyen bir

kaderi vardır: Aldanmak.

Bazen ölürcesine sevdiğinizi sanırsınız,

tut ki aldanmışsınızdır.

Bazen de ölürcesine seversiniz.

Ağlamalar, uykusuz geceler, ıstıraplar

hep onun içindir..."

Dalmışım. Karşımda ışıklarıyla pırıl, pırıl yanan Haliç'e bakıyorum. Yaş 17... Tabii şiir okuyacak. Bu şiirlerde ağlamalar da oflamalar da olacak. Mehtap olacak, henüz şekilleri belirsiz muhayyel sevgililer olacak... Ama yarın 20'sini geçsin, bakalım o zaman bu hayal alemlerinden geride ne kalacak? O günün Sezer'i ile bugünün Sezer'i arasında hayat nasıl bir uçurum açacak?

Yazı: Sezai Solelli

(Ses Dergisi - 1 Ocak 1967)