Perşembe, Mayıs 03, 2018

Magazin nostalji: Erol Büyükburç'un Sahnedeki İlk Günleri


1959 yılında Urfa Orduevi'ne gelen aktrist Leyla Sayar, sahnedeki genç şarkıcıyı çok beğenince, Erol Büyükburç efsanesinin yolu açıldı

- "Leyla Sayar olmasaydı, bugün sahnede belki de bir Erol Büyükburç olmazdı..."

Etiler'deyiz. Konumuz "Sahnedeki ilk günler...". Türk müziği ve beyazperdesinin ünlü sesi Erol Büyükburç o heyecan dolu günleri anlatmaya bu cümleyle başladı:

- "Yıl 1959'du... Urfa'daydım... Yedeksubay olarak vatani görevimi yapıyordum... Leyla Sayar o zaman ismi henüz yeni yeni duyulan bir sinema artistiydi. Galiba Urfa'ya film çevirmek için gelmişti. Ben de Urfa'da Orduevi'nde şarkıcılık yapıyordum."

1959'un karlı bir günü Leyla Sayar da gelmiş Urfa Orduevi'ne... Pek beğenmiş Erol'u... Programdan sonra kulise geçip tebrik etmiş. "Profesyonel şarkıcı olmayı hiç düşünmüyor musunuz?" diye sormuş. Erol, mahcup mahcup kızarmış, başını önüne eğmiş. Ve Leyla Sayar sözlerine şöyle devam etmiş: "Terhisinize ne kadar kaldı?... İki ay mı, çok güzel... İstanbul'a gelir gelmez beni bulun. Reşat Kulüp'ün sahibi akrabamdır. Belki size bir faydası dokunur."

- "Yeniden dünyaya gelmiş gibiydim" diye anlatmaya devam ediyor Erol Büyükburç. "Tezkere gününü iple çekmeye başlamıştım. Hayallerim gerçek olacaktı, şarkıcı olacaktım. Küçüklüğümden beri hep şarkıcılık ateşiyle yanardım. Herkes sesimin güzel olduğunu söylerdi. Lise çağlarında, Ticaret Lisesi'nde öğrenciyken, Ada gezilerinin baş davetlisi bendim. Arkadaşlar etrafımda halka olurlar, gün boyunca hayran hayran beni dinlerlerdi. Onları bu halde gördükçe coşar, coştukça söylerdim."

(Yukardaki fotoğraf: 1961 yılındaki Erol Büyükburç ve Arkadaşları Topluluğu... Topluluk gitarist Kadri ünalan, piyanist Altan İrtel, baterist Nejat Alpay, tenor saks Mustafa Toroslu, bas Müceyim Fener ve solist Erol Büyükburç'tan oluşuyordu...)

- "Ama hayallerim hemen gerçekleşmedi. Liseyi bitirmiştim. öğrenimime devam etmek istiyordum... Ama çalışmaya, aileme yardım etmeye de mecburdum... çaresiz. Fatih Maliyesi'ne memur olarak girdim. Bir taraftan çalışıyor, bir taraftan da İktisadî ve Ticari ilimler Akademisi'ne devam ediyordum. Sonra askerlik yılları... Süvari olarak Urfa'da vatani görev. Ve Urfa Orduevi'nde ilk defa sahneye çıkışım, Leyla Sayar'la tanışmam..."

Tezkeresini alır almaz, doğru Leyla Sayar'ı bulur Erol Büyükburç. Birlikte Reşat Kulüp'e giderler. Kulübün sahibi dinler onu ve sesini pek beğenir. "Hemen bir topluluk kur ve başla" der. İyi de para verir... Gecede 20 lira!...

- "Havalarda uçuyordum. Hemen Cüret Işıkozlu, Nüceyim Fener ve Rüştü Kurlutuş'la birleşip, bir grup kurdum. Bir ay çalışıp, altı şarkılık bir repertuar hazırladık kendimize. Ve her şeyin tamam olduğunu görünce de Reşat Kulüp'e gittik..."

(Sağdaki fotoğraf: Erol Büyükburç, 1962 yılında Türkiye Müzisyenler Sendikası'nın Saray Sineması'nda düzenlediği konserde, hayranlarıyla...)

- "6 Ocak 1960'tı... Kuliste yerimde duramıyordum. Bacaklarım bana itaat etmiyordu. Kalbimin gümbürtüsü sanıyordum ki içeriden duyuluyor. Neyse, takdimci adımı anons etti ve ben titreyen bacaklarımla sahneye çıktım."

- "Mikrofonun önüne geçip, ilk şarkımı okumaya başladım: 'Twilight Time'... Aman Allahım, mikrofondan çıkan sesimi kendim bile tanıyamıyordum. O ne kötü bir sesti. Devamlı detone oluyor, şarkının sözlerini şaşırıyordum. Vücudumdan terler boşalıyordu. Şarkıyı güçlükle bitirebildim. Artık her şey mahvolmuştu. Bu işi başaramayacaktım nasıl olsa. Heyecanım tamamen gitmiş, bütün vücudum buz kesilmişti. İkinci şarkımı soğuk bir sesle anons ettim: 'I've got a feeling'. Salondan hafif bir alkış sesi yükseldi. Dünya umrumda değildi. Repertuarımdaki geri kalan beş şarkıyı okuyup arkama bile bakmadan içeriye girdim. Sonrasını hatırlamıyorum. Beni kolumdan tutup sahneye itmişler... Alkışlar dakikalarca devam etmiş. O gece hayatımda ilk kez sarhoş oldum. Herkes beni tebrik ediyor ve ben hem ağlıyor, hem içiyordum..."

Reşat Kulüp'teki programlar sayesinde Erol Büyükburç adı yavaş yavaş İstanbul ve çevresinde duyulmaya başlar. Kulüpte çalışmaya başladığının üçüncü ayında devrin en sevilen topluluklarından Los Paraguayos, Türkiye'ye gelir. ünlü topluluğun konserine çıkmaları teklif edilir. Kabul eder.

(Soldaki fotoğraf: 1963 yılındaki Erol Büyükburç-Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası... Orkestrada Şerif Yüzbaşıoğlu kontrbas, Erşin ünlüsoy elektrogitar, önder Bali tenor saks, Veysel çadır bateri çalıyor.)

- "Konser salonuna geldiğimde ilk sahneye çıktığım günkü kadar heyecanlıydım. Koskoca Atlas Sineması hınca hınç doluydu. Organizatör yanımıza gelip sahneye çıkmamızı söyledi. Adımızı anons etmelerini isteyince de hafifçe gülümsedi: 'Büyük sanatçılar kendi kendilerini takdim ederler' dedi."

- "Adam resmen alay etmişti benimle. O sinirle fırladım sahneye. Seyircilere bir 'Merhaba' bile demeden ilk şarkımı söylemeye başladım, hiç ara vermeden repertuarımdaki 6 şarkıyı sıralayıp, içeriye girdim. Salon alkıştan yıkılıyordu. Ama repertuarımda başka şarkı yoktu ki... çaresiz aynı repertuarı ikinci defa okuduk."

Erol Büyükburç'un müzik hayatına atıldığı yıllarda, yani 1960'larda Türkiye'de hafif batı müziğinde çalışan müzisyenlerin sayısı oldukça azmış. Hafif batı müziği demek, tamamen batıda yapılan plakları günü gününe takip edip ezberlemek demekmiş.

(Sağdaki fotoğraf: Erol Büyükburç, 1968 yılında, kırık ayağı ve tekerlekli sandelyesi ile İstihkam Okulu'nda başarı bir konser verdi...)

İşte bu kuralı bozan ilk şarkıcı Erol Büyükburç olmuş. "Little Lucy" ve "Kiss Me" adlı iki İngilizce sözlü beste yapıp, sahnede söylemeye başlamış. Besteleri ilgi görünce Odeon Plak Şirketi'yle bir anlaşma yaparak bunları plak haline getirmiş. Plak tam 3000 tane satmış... Artık, Erol şöhret merdivenlerini tırmanan istim üzerinde bir gençtir.

- "1963-64 dönemi benim için bir heyecan dolu duraklama devridir. Beni müzik dünyasına tekrar kazandıran olay 1964 ve 1965 Balkan festivalleri oldu. Festivallerde okunan halk türküleri beni yepyeni bir yola itti. Halk türkülerini aranje edip, söylemeye başladım. Bu sayede şöhretim geniş halk kitlelerine kadar yayıldı. Gece kulüpleri bana dar gelmeye başlamıştı artık..."

(Soldaki fotoğraf: Erol Büyükburç, 1968'de çevirdiği "Sus Sus Kimseler Duymasın" filmindeki partneri Hülya Koçyiğit ile...)

Bundan sonrasını hepiniz biliyorsunuz. Alaturka gazinolarda ilk sahneye çıkış, ilk film, plak çalışmaları...

(Ses Dergisi - 1972)