Pazar, Nisan 21, 2019

Mazhar Alanson niçin ısrarla yalan söylüyor? Kötü niyet mi? Yoksa cehalet mi?


Geçtiğimiz günlerde, sosyal medyada “fake hesap” olarak bilinen ve Cumhuriyet gazetesi ile hiçbir ilgisi olmayan bir sosyal medya hesabından “Mazhar Alanson yoğun bakımda” paylaşımları yapıldı. Bu haberlere inanan ve sonrasında tepki gösteren şarkıcı Mazhar Alanson, söz konusu açıklamalarında “Cumhuriyet’in palavrası” ifadesini kullandı. Halbuki bu yalan haberi doğru kabul eden başka medya kuruluşları da vardı. Sanıyorum onlar da yanılmış. Bu tür troll hesaplar ne yazık ki ünlüleri öldürmek ya da hastaneye yatırmak konusunda bir numaralar. Bu haberlere inanan kişilerin sayısı ise bir hayli fazla. Troller birçok kez ünlülerin öldüğünü ya da hastaneye kaldırıldığı haberlerini yapmışlardır. Bu duruma bazı basın kuruluşları da istemeden alet olmuştur. Halbuki çok kolay bir araştırma ile bu tür yalan haberleri bertaraf etmek mümkün. Mazhar Alanson için de bu durum geçerli. Kendisi de ne yazık ki troll bir hesaba inanıp, sosyal medya aracılığı ile “Cumhuriyet’in Palavrası” sözünü söylemiş oldu. Cumhuriyet gazetesi de doğal olarak bu söz için Mazhar Alanson’dan özür beklediklerini açıkladı.

ASPARAGAS HABERLER

Bu haberlerin yapılmasının en büyük nedeni dünyanın her yerinde olduğu gibi insanları yanıltıp dikkatlerini çekmek nedeniyledir. Tabii bu tür asılsız haberleri yapanların ruh hali benim değil psikologların konusu. Bir ara Nejat Uygur, Münir Özkul ve Metin Akpınar için de bu türden haberler yapılmıştı. Benim merak ettiğim bu haberleri yapanların insanı duyguları ne ölçüde var? Ya da o tür duygulara sahipler mi? Belki de hiç sahip değiller ve ruhen tatmin oluyorlar. Kim bilir?

GİTAR MESELESİ

Mazhar Alanson hakkında bu haberler sosyal medyada ve basında çıktıktan sonra çok konuşuldu. Mazhar Alanson gündeme gelince benim de aklıma kendisinin kısa bir zaman önce, Mart ayında söylediği bir söz geldi. Esenler Belediyesi tarafından düzenlenen kültür-sanat etkinlikleri kapsamında Mazhar Alanson, şarkılarının hikayelerini anlatırken şöyle bir açıklama yapmıştı;

“İmza günü için bir gitar dükkanına gittim. Yok, yoktu içeride. Sanki bir Avrupa ülkesindeki gitar dükkânı gibiydi. Şimdi her şeyin böyle ulaşılabilir olması çok güzel. Eskiden gitar yoktu, şimdi her bütçeye göre gitar var. Yanımızda çalışan Türkmenistanlı bir kız var. Neden buraya geldiklerini sorduğumda bana ‘Burada her şey var’ dedi. Bana enteresan geldi. O kadar yokluklarla başladık ki şimdi her şeyin olduğunun farkında değilim”.

ANDREA PALEOLOGO, PANOYOT ABACI VE ANTONIO DUMEZİC

Mazhar Alanson yanılıyor. Aslında bu konuda bildiği yanıldığına yetmiyor desem daha doğru olur. Ya da gerçeği biliyor ama söylemiyor. Neden bu sözü söylediğini bilmiyorum, herhangi bir tahminim de yok. Fakat Mazhar Alanson’un anlattığı o yıllar öyle yokluk yılları değildi. Evet, 1980 yılından sonra, Özal dönemiyle birlikte başlayan ithalat serbestisiyle sadece gitar değil birçok şey bulunabilir hale gelmişti. Söylediklerinin bu kısmı doğru diyelim. Ama eskiden gitar bile yoktu sözü doğru değil. Gitarın bir an için yok olduğunu kabul edelim. Peki bu durumda 1940’lardan bu yana orkestralar ve gruplar kargıdan gitar, tenekeden davul mu çalıyorlardı? Mesela Mazhar Alanson ve Fuat Güner’in Simon&Garfunkel’e öykünerek kurdukları Mazhar-Fuat ikilisi o yıllarda ne çalıyordu? Ya da Kaygısızlar zamanında sahnede ve kayıtlarda ne çalıyorlardı? Eskiden gitar yoktu sözü doğru değil çünkü 1940’lı yıllardan bu yana yurtdışından gitar ve diğer enstrumanlar geliyordu. Örnek vermek gerekirse; İzmir Enternasyonel Fuarı başta olmak üzere birçok fuara “Fender” gitarlar geliyordu. Mazhar Alanson, İstanbul’da yaşayan bir kişi. Mutlaka biliyordur; Yüksekkaldırım'da müzik aletleri satan Papa George müzik mağazası vardı. Yine aynı yıllarda İzmir’de, Çankaya’da Mösyö Moris’in “Maga” müzik mağazasında bir çok müzik aletinin satıldığını o kuşağın müzisyenleri çok iyi bilirler. Mutlaka Mazhar Alanson da biliyordur. Örnekler daha bitmedi. Büyükada’da yaşayan ve Özdemir Erdoğan başta olmak üzere birçok ünlü gitaristi yetiştiren Andrea Paleologo’nun öğrencileri o yıllarda ne çalıyorlardı? Bu arada unutmadan söylemek gerekiyor; Türkiye’ye modern gitar tekniklerini ve “Tarrega Okulu” yöntemlerini getiren Andrea Paleologo’nun ilk öğrencilerinden birisi de Mazhar Reşit Ertüzün’dü. Ertüzün, şair ve heykeltraşlığının yanı sıra klasik gitar da çalıyordu ve klasik gitara tutkun bir kişiydi. Herhalde 1910 yılından doğan Mazhar Reşit Bey de 1960’lı yıllarda gitar bulamıyordu ki gitarını uzaydan satın almıştı ve çalıyordu. İstanbul Şehir Orkestrası'nın kurulmasında büyük rol oynayan, ayrıca Kent Orkestrası’nda ve İstanbul Devlet Operası'nda da uzun yıllar çalışan ardından İstanbul Filarmoni Derneği, İstanbul Filarmoni Vakfı ile Atatürk Kültür Merkezi Derneği’nde çeşitli görevlerde bulunan müzisyen, yazar ve çevirmen Panayot Abacı hayatta olsaydı da o yılları anlatsaydı. Ya da 1960’lı yıllardan itibaren başta Kamil Özler olmak üzere İstanbul’da bir çok gitarist yetiştiren büyük müzik hocası Antonio Dumezic’e sorabilseydik.

MFÖ VE POP MÜZİK

Mazhar Alanson’un “Yandım Yandım” ve “Buselik Makamına” gibi tasavvufi sözleri olduğunu iddia ettiği şarkıları hiç ilgimi çekmedi. Ben tasavvuf müziğini Kudsi Erguner’den dinlemeyi tercih ederim. Kudsi Erguner’in yaptığı gerçek bir tasavvuf müziği. Ya da Niyazi Sayın ve Akagündüz Kutbay’ı dinlemenizi öneririm. Bu alanda Kani Karaca da dinleyebilirsiniz, çok önemli bir mevlithandır.

Türkiye’de bir grup müziği tarihi yazılacak olursa elbette MFÖ anlatılır. Anlatılması da gerekir. Nasıl kurulduğu, nasıl bir araya geldikleri anlatılmalıdır. Henüz adları MFÖ değilken, 1980’li yıllarda Ajda Pekkan ve 1970’li yıllarda Seyyal Taner’in orkestralarında vokalist oldukları çalışmalardan bahsedilebilir.

Müziğin herhangi bir şekilde sağdan ya da soldan politize edilmesini tercih etmiyorum. Çünkü bu durum ister istemez o sanatçının üreteceği eserlere ket vuruyor. Ayrıca hayran kitlesi olarak ulaşabileceği kişilerin sayısını da kısıtlıyor. Esas olarak MFÖ’nün yaptığı müzikte herhangi bir politik söylem yoktur. Esas olarak kültür alanında zayıf olan bireyler her coğrafyada ve her toplumda vardır ve bu kesimi popülerlikle olan doğrudan bağlantısı sayesinde elde edebilirsiniz. Bu zor değildir. Onların kültürel ilgisini çekmeye çalışmak da bir yöntemdir. Sosyal medyada ya da bazı basın kuruluşları yoluyla verilen bazı demeçlerle esas hedeflenen şey popülizme inanıp peşinden giden insanlardır. Bunu kötü ya da iyi bir şey olarak nitelendirmiyorum ama bu bir tercihtir.

POPÜLER MÜZİĞİN SORUNLARI

Sanatçıların demeçleri önemlidir. Bu demeçler dünyanın her yerinde haber niteliği taşır. Üzerinde konuşulur ve tartışılır. Mazhar Alanson’un gitar yoktu söylemi de üzerinde konuşulması gereken bir sözdür. Gitar yoktu sözü belki bir kara mizah olarak değerlendirilebilir. Fakat o dönemi yaşayanlar henüz hayattayken ve böyle bir sözün yanılgısı çok çabuk bir şekilde ortaya çıkabilecekken niye söylendiği hakkında bir fikrim yok. O dönem gitar yoksa diğer Batı enstrumanlarının hiçbiri yok demektir. Peki neredeyse Cumhuriyetimizle yaşıt olan ve genç Cumhuriyetin en büyük kültür-sanat kazanımlarından olan devlet eliyle kurulan klasik müzik orkestraları hangi enstrumanları çalıyorlardı? 1940’lı yıllardan sonra kurulan caz orkestraları nasıl müzik yapıyorlardı? Elbette ithalat yasağı nedeniyle günümüzde olduğu kadar büyük bir çeşitlilik söz konusu değildi ama buna tümüyle yoktu demek kolaycılıktır. Belki eskiyi yetersiz görmektir, dediğim gibi bunun gerçek nedenini bilmiyorum. Okuyucular arasında belki bu sözlerin söylenmesinin nedenlerini bilenler vardır.

Gitar var mıydı yok muydu tartışmalarından daha çok ülke müziğinin, özellikle popüler müziğin geçmişten günümüze nereye geldiğini ya da gelmediğini konuşmak ve tartışmak daha iyi olur görüşündeyim. Çünkü MFÖ’nün de içinde bulunduğu popüler müziğimiz bir çok açıdan 1960’lı ve 1970’li yılları mumla arar hale gelmiştir. Besteci olarak da söz yazarı olarak da yetişen insan sayısı çok olsa bile nitelik açısından ciddi sıkıntılar vardır. Aynı durum şarkıcılar için de geçerlidir. Bugün hala en çok dinlenen şarkılar sıralamasında Norayr Demirci, Onno Tunç ve Garo Mafyan’nı yaptığı düzenlemeler üst sıralardaysa, Timur Selçuk’un 1960’lı yıllarda yaptığı besteler çok dinleniyorsa ve hala en çok dinlenen albümler Ajda Pekkan’ın İstanbul Gelişim Orkestrası ile yaptığı Superstar serisi albümlerse konuşmamız gereken mesela eskiden bu ülkede gitarın olup olmadığı değildir. Popüler müziğin niye bir arpa boyu ilerleyemediğidir. Özellikle bazı sanatçıların kafa yorması gereken daha ciddi konular var. Lüks otellerin kral dairelerinde bile bulunmayan ikram ve kulis isteklerinden daha çok Türkiye’de müziğin nereden nereye geldiğine kafa yormalılar. Kimler kuliste hangi lüks imkanları istiyorlar elbette isim vermeyeceğim ama bu tür sanatçılar ne yazık ki bu ülkede var. Aslında onları hepimiz tanıyoruz ve yıllardır dinleyip, seyrediyoruz.

Dinleyicinin talep ettiği müzik belli, o yüzden müzik üretimi de hep aynı tarzda oluyor demek de diğer bir kolaycılık yöntemi. Müzik açısından üzerinde konuşulması gereken bir çok konu var. Daha önemli ve gerçekçi konuları ve soruları tartışmak umuduyla.

Kaan Çağlayangöl

İlgili yazı

Mazhar Alanson'un Dincilikle İmtihanı