Pazartesi, Temmuz 30, 2018

Magazin nostalji: Belkıs Özener sinema filmleri için şarkı söylemeyi neden bıraktı?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 1 Mister NO

Rock müzik dinleyicisinin "Kimse bilmiyor" sevinci

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 1. Bölüm: İçinizdeki Yazarı Uyandırın

Müzik Zevkinizi Kendiniz mi Belirliyorsunuz?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 2 Baltalı İlah Zagor

Erkin Koray'ın "Çöpçüler" şarkısı nasıl ortaya çıkmıştı?

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 2. Bölüm: Asparagas Nasıl Yazılır?

Unforgettables Plak Serisi

BRUCE LEE'nin Öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları - 3 KIZILMASKE

Bu videoda; Kaçak, Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Doludizgin (Bonanza), Tatlı Cadı ve Komiser Columbo dizilerinin nostaljisini yapıyoruz

INTERNET Nostaljisi

Hayalet Görünce Ne Yapmalı?

Çocukluğumuzun Kahramanları 4 - Sihirbazlar Kralı MANDRAKE

Videoklipler Nasıl Ortaya Çıktı?

Yeşilçam'da Seks Filmleri Furyası

Çocukluğumuzun Kahramanları 5 - Kaptan Swing

Müzik Dinleme Alışkanlığımız Değişirken

Çocukluğumuzun Kahramanları 6 - Çelik Blek (Teksas çizgiromanı)

GIRGIR mizah dergisinin öyküsü

Gizemle Nasıl Başederiz?

Çocukluğumuzun Kahramanları 7 - Yüzbaşı Tommiks

Beatles Çılgınlığı - Müzik Tarihinde Bir Dönüm Noktası

Sosyal medyada paylaşılan matematik sorularının arkasındaki kandırmaca

Şarkı Sözlerinde Mutluluğun Formülü

DİKKAT: Bu video hassas insanlar için uygun olmayabilir

Çocukluğumuzun Kahramanları 8 - Barbar Conan

Turist Ömer Uzay Yolunda filminin öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 9 - Red Kid

Beyaz Kelebekler grubunun öyküsü

Ayla Dikmen'in öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 10 - Tenten

Eskinin Adamıyla Medya Maceraları

Eskinin Adamıyla Çizgiroman Nostaljisi- Türk çizgiroman kahramanlarına genel bir bakış

Çocukluğumuzun Kahramanları 11 - Tarkan

Bu video sohbetinde uzaylılar ve politikacılardan bahsedilmektedir. Hatta zekasına güvenenler için bir de bilmece var

Çocukluğumuzun Kahramanları 12 - Karaoğlan

'Beş Yıl Önce On Yıl Sonra' grubu

Dünyayı Kurtaran Adam filminini hatırıyor musunuz?

Plak toplamaya ve dinlemeye yeni başlayanlar için yararlı bilgiler bu videoda!

Çocukluğumuzun Kahramanları 13 - Yüzbaşı Volkan

Çocukluk arkadaşımız Pembe Panter

Magazin Nostalji - Ajda Pekkan'ın Sadece 6 Gün Süren İlk Evliliği

BEKLENEN ŞARKI Filminin Öyküsü

Barış Manço'nun 40 günlük ilk evliliği

Gazinolar: Bir Döneme Damga Vurmuş Eğlence ve Müzik Mekanları

Magazin Nostalji - Yabancı Basında Yeşilçam

ve huzurlarınızda The Muppet Show

illa ki Ferdi Özbeğen

Eskinin Adamı'nın Şimdiki Zamanla İmtihanı - Bu sohbette şiir, şarkı, videoklip.. Ne ararsanız var

Nedir Bu Nostalji Dedikleri?

Müzik - Magazin aleminde son durumlar nedir?

Çok Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan - Cem Karaca'nın Öyküsü

Magazin Nostalji - Alaturka mı, aranjman mı? Plak mı, kaset mi?

Magazin Nostalji - Erkin Koray maçı kaybedince sahadan nasıl kaçtı? Cem Karaca gece maçına güneş gözlükleriyle çıkınca ne oldu? Barış Manço, Kurtalan Ekspresi nasıl dağıttı?

Rocky Filmlerini Nasıl Bilirsiniz?

Alkışlarla yaşar, yalnızdır piyanist - Bu bir Ferdi Özbeğen hikayesi

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 1. Bölüm

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 2. Bölüm

Bir Başkadır Ayten Alpman

Magazin Nostalji - Ünlülerin Uçan Daire Merakı

Plaklarda ve Fotoromanlarda Fenerbahçe

Magazin Nostalji - Barış Manço ve Seks

Zeki Müren'in Egzotik Maceraları

Bir Başkadır Ayten Alpman

Sen çok iyi bir insansın ama SENLE OLMAZ!

HOTEL CALIFORNIA şarkısının öyküsü - Sözlerinin tamamı, çevirisi ve yorumu

Perşembe, Temmuz 26, 2018

Akil Hoca'yı Tosun Paşa Öldürdü!

Çocukluğumuzun Kahramanları - 1 Mister NO

Rock müzik dinleyicisinin "Kimse bilmiyor" sevinci

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 1. Bölüm: İçinizdeki Yazarı Uyandırın

Müzik Zevkinizi Kendiniz mi Belirliyorsunuz?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 2 Baltalı İlah Zagor

Erkin Koray'ın "Çöpçüler" şarkısı nasıl ortaya çıkmıştı?

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 2. Bölüm: Asparagas Nasıl Yazılır?

Unforgettables Plak Serisi

BRUCE LEE'nin Öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları - 3 KIZILMASKE

Bu videoda; Kaçak, Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Doludizgin (Bonanza), Tatlı Cadı ve Komiser Columbo dizilerinin nostaljisini yapıyoruz

INTERNET Nostaljisi

Hayalet Görünce Ne Yapmalı?

Çocukluğumuzun Kahramanları 4 - Sihirbazlar Kralı MANDRAKE

Videoklipler Nasıl Ortaya Çıktı?

Yeşilçam'da Seks Filmleri Furyası

Çocukluğumuzun Kahramanları 5 - Kaptan Swing

Müzik Dinleme Alışkanlığımız Değişirken

Çocukluğumuzun Kahramanları 6 - Çelik Blek (Teksas çizgiromanı)

GIRGIR mizah dergisinin öyküsü

Gizemle Nasıl Başederiz?

Çocukluğumuzun Kahramanları 7 - Yüzbaşı Tommiks

Beatles Çılgınlığı - Müzik Tarihinde Bir Dönüm Noktası

Sosyal medyada paylaşılan matematik sorularının arkasındaki kandırmaca

Şarkı Sözlerinde Mutluluğun Formülü

DİKKAT: Bu video hassas insanlar için uygun olmayabilir

Çocukluğumuzun Kahramanları 8 - Barbar Conan

Turist Ömer Uzay Yolunda filminin öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 9 - Red Kid

Beyaz Kelebekler grubunun öyküsü

Ayla Dikmen'in öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 10 - Tenten

Eskinin Adamıyla Medya Maceraları

Eskinin Adamıyla Çizgiroman Nostaljisi- Türk çizgiroman kahramanlarına genel bir bakış

Çocukluğumuzun Kahramanları 11 - Tarkan

Bu video sohbetinde uzaylılar ve politikacılardan bahsedilmektedir. Hatta zekasına güvenenler için bir de bilmece var

Çocukluğumuzun Kahramanları 12 - Karaoğlan

'Beş Yıl Önce On Yıl Sonra' grubu

Dünyayı Kurtaran Adam filminini hatırıyor musunuz?

Plak toplamaya ve dinlemeye yeni başlayanlar için yararlı bilgiler bu videoda!

Çocukluğumuzun Kahramanları 13 - Yüzbaşı Volkan

Çocukluk arkadaşımız Pembe Panter

Magazin Nostalji - Ajda Pekkan'ın Sadece 6 Gün Süren İlk Evliliği

BEKLENEN ŞARKI Filminin Öyküsü

Barış Manço'nun 40 günlük ilk evliliği

Gazinolar: Bir Döneme Damga Vurmuş Eğlence ve Müzik Mekanları

Magazin Nostalji - Yabancı Basında Yeşilçam

ve huzurlarınızda The Muppet Show

illa ki Ferdi Özbeğen

Eskinin Adamı'nın Şimdiki Zamanla İmtihanı - Bu sohbette şiir, şarkı, videoklip.. Ne ararsanız var

Nedir Bu Nostalji Dedikleri?

Müzik - Magazin aleminde son durumlar nedir?

Çok Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan - Cem Karaca'nın Öyküsü

Magazin Nostalji - Alaturka mı, aranjman mı? Plak mı, kaset mi?

Magazin Nostalji - Erkin Koray maçı kaybedince sahadan nasıl kaçtı? Cem Karaca gece maçına güneş gözlükleriyle çıkınca ne oldu? Barış Manço, Kurtalan Ekspresi nasıl dağıttı?

Rocky Filmlerini Nasıl Bilirsiniz?

Alkışlarla yaşar, yalnızdır piyanist - Bu bir Ferdi Özbeğen hikayesi

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 1. Bölüm

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 2. Bölüm

Bir Başkadır Ayten Alpman

Magazin Nostalji - Ünlülerin Uçan Daire Merakı

Plaklarda ve Fotoromanlarda Fenerbahçe

Magazin Nostalji - Barış Manço ve Seks

Zeki Müren'in Egzotik Maceraları

Bir Başkadır Ayten Alpman

Sen çok iyi bir insansın ama SENLE OLMAZ!

HOTEL CALIFORNIA şarkısının öyküsü - Sözlerinin tamamı, çevirisi ve yorumu

Pazartesi, Temmuz 09, 2018

Plakların dönüşü: Nostalji mi, daha mı fazlası?

Otuz yıl önce hayatımızdan çıkıp giden plaklar, son yıllarda büyük bir sükseyle iade-i itibar kazandı. Yakın zamanlara kadar sadece koleksiyonerlere hitap eden plaklar artık plakçıların, müzik marketlerin en fiyakalı yerlerine kurulmuş durumda


2012 yılından itibaren yapımcılar dahil herkesi şaşırtan kültürel bir olgu ile karşı karşıyayız: Ortadan kalkışından çeyrek asır sonra plaklar müzik piyasasına geri döndü. Yakın zamanlara kadar “sahafiye” statüsünde bulunan ve hemen yalnızca koleksiyonerlere hitap eden plaklar artık plakçıların, müzik marketlerin en fiyakalı yerlerine kurulmuş durumda. Fiyatları biraz cep yaksa da gençlerin plaklara ilgisi hiç de az değil. Üstelik dijital seslere karşı analog sesin lezzeti ve kalitesi keşfedilmeye başlamış görünüyor.

Peki, plakların rehabilitasyonunun arkasında yatan tarihsel ve sosyolojik gerçekler neler? Kesin sonuçlar için biraz erken olsa da bazı hipotezler ileri sürülebilir. Son 25 yıl dünya tarihinde öyle bir altüst oluşa tanık oldu ki her şey çok hızlı gelişmeye başladı. “Geçmiş” adeta silindi, unutuldu. Ancak gelinen nokta, böyle bir süratin ciddi bir kültür boşluğunu, onun da güvensizlik duygusunu tetiklediğine tanık olmamızı sağlıyor. Bu durumlarda en güvenli sığınak “geçmiş”. Bir başka açıdan bakıldığında, belki, plak kültürü ile büyümüş ve şimdilerde 40 yaş ve üstü olan kuşağın kendi kimlik ve ağırlığını vurgulama kaygısı ya da bir tür özgül ağırlık arayışı gereksinimi... Belki de yalnızca “dijital yorgunluğa” karşı nefeslenecek vaha hali… Fakat iş plakla sınırlı kalmayacak izlenimi veriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür AŞ’nin 9 Mart -1 Nisan arasında Beyoğlu’nun tarihi salonlarından Atlas Sineması’nda düzenlediği “Yeşilçam film Günleri” tam da plak yılları olan 1960-1970’lerdeki bir dizi filmin gösterimini içeriyor. İlgi o kadar büyük ki, 14 Mart’ta aynı salonda İncesaz Topluluğu’nun “Yeşilçam Şarkıları” konserine yer bulunmuyor, dinleyiciler merdivenlere taşıyor. Sahnede film müzikleri seslendirilirken beyaz perdede de o filmlerin görüntüleri yansıyor.

“Bir numara Türk Sanat Müziği”

Hâl böyleyken plakların geri dönüş hikâyesini plak yapımcılarıyla masaya yatırdık. Hepsi, plak talebinde bir numaranın Türk Sanat Müziği, hatta Zeki Müren olduğu konusunda hemfikir. İlginç tespitler var. Elenor Müzik’ten Muhteşem Candan piyasanın duayen isimlerinden: “70’li yıllarda plak üretiyorduk. 80’lerde araya kaset girince plak satışları düştü. Daha sonra da plak fabrikaları kapandı. Bu durum 2015 başlarına kadar bu şekilde devam etti. 2015’ten itibaren gençlerin o dönemleri merak etmeye başlamasıyla longplay geri döndü. Dünyadaki plak fabrikaları kapanmadığı için temin edebiliyoruz.”

“Gençlerin merakı etkili oldu”

“Kasetler CD’lerin, CD’ler ise dijital ortamın çıkışıyla birlikte sona erdi” diyen Candan devam ediyor: “Neredeyse on yılda bir yenilenme. Şimdi de plaklara dönüş; dediğim gibi esas olarak gençlerin merakı ama hedef kitlemiz çok geniş, daha yaşlı kuşak, koleksiyonerler, her kesimden talep var.” Candan, tercih nedenleri arasına eklemeyi unutmuyor: “Plağın başka türlü bir zevki var, akustik halleri var. Plağı müzikseverler dinliyor.”

Peki, plaklardaki o çıtırtı nostaljiyi besliyor mu? Candan şöyle cevaplıyor: “Plağın çıtırtısı 70’li yıllardaki hammaddenin kötü oluşundandı. Şimdi o çıtırtılar bilgisayarlarda efekt olarak bulunuyor. Plakları artık Almanya’dan getiriyoruz, hiçbir çıtırtı yok. Ayrıca artık kapaklar da çok iyi basılıyor. Matbaa yedi renk basabiliyor.”

Tabii plağın kaprisli yönleri de yok değil. “Pikabın iğnesini temizlemek gerekiyor. Plağı ise bir tutuş şekli vardır. Saklanma koşullarına uymak gerekir; oda sıcaklığında saklanır. Daha sıcak ortamlarda eğilir.”

En çok Türk Sanat Müziği plaklarının satıldığını söyleyen Candan, “Zeki Müren, Müzeyyen Senar ve artık aramızda olmayan bir dizi isme rağbet daha fazla. Ardından arabesk geliyor. Pop müziği plaktan dinleyenlerin sayısının az olduğunu düşünüyorum” diyor.

“Kasetler de merak ediliyor”

Bütün bunlar aklımıza “Plağın geri dönüşü kaset için de örnek olur mu?” sorusunu getiriyor. Candan şöyle cevaplıyor: “Kasetler de merak ediliyor. Koleksiyonerler gelip soruyorlar. Ancak çarşıda pek çok şirket kasetlerini kamyon kamyon elden çıkardı. Biz, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Orhan Gencebay için plak çıkardık ancak kaset çıkaramadık. Çünkü kaset çıkaracak fabrika yok. Siparişler durunca makinalar da çöpe atılmış. 80’lerde plakların başına gelen daha sonradan kasetlerin başına geldi.”

Bu yeni furyada ekonomik beklentilerinin karşılanamadığını söyleyen Candan, “Plakları Euro ve dolarla getiriyoruz. 70’li yılların ortalarında plaklar bugünün parasıyla 100 liraydı. Şimdi 60 liradan başlıyor” diyor.

“Zeki Müren önde gidiyor”

Sony Müzik’ten Serdar Ozuloğul ise her yaştan insanın plak aldığını belirterek şunları söylüyor: “Sıfır plak alanların gelir durumu iyi. Plaklar yurtdışından getiriliyor. Almanya, İngiltere ve Fransa’dan. Euro- dolar paritesi de işin içine girince pahalı hale geliyor. Zeki Müren’in Eskimeyen Dostlar albümünden çok sattık. Ajda Pekkan, Sıla’nın Joker ve Mürekkep albümleri, yabancılardan Leonard Cohen, Bob Dylan gayet iyi gidiyor.”

Plakların piyasaya sürülmesiyle pikap satışının da arttığını söyleyen Ozuloğul, “Ama kaliteleri tartışılır” diyor ve ekliyor: “Araba fiyatına bile pikap var. Plak işi CD gibi değil, daha meşakkatli. Pikapların iğne bakımı, tozlarının alınması… İyi bakmak gerekiyor. Sonuçta analog bir iş. Kasetlere gelince, hiç belli olmaz onlar da geri gelebilir.’’

“Plak alıcısı 40 yaş üstü”

Türkola Müzik’ten Serkan Sözkesen yaş konusunda farklı düşünüyor: “Plak satışları son iki senedir hızlandı. 2018’e hızlı bir giriş yaptık. En çok Zeki Müren ve İbrahim Tatlıses plakları satılıyor. Tür olarak Türk Sanat Müziği ilk sırada. Plak alıcısı genellikle 40 yaş üstü ve gelir düzeyi iyi durumda olan kesimden çıkıyor. Plak fiyatları ortalama 70-80 TL. Tabii, plaklarla birlikte pikaplar da yeniden piyasaya sürülmeye başladı. Ekonomik açıdan beklentimiz karşılandı diyebiliriz.”

“Plakların bir albenisi var”

İstanbul Plak’tan Barış Yıldız’ın aktardıklarına gelince, “Beş-altı yıl önce bir müzik firmasının karar verip plakları yeniden piyasaya sürmesiyle plak satışı yeniden başladı. Rağbet beklediğimizden fazla oldu. Hatta pikaplarını elden çıkaranlar yeni pikaplar edinmeye başladılar. Plakları en çok maddi durumu iyi olan yaşlı grup satın alıyor. Gençlerin çok fazla ilgisi yok; çünkü bilmiyorlar. Plakların özel alıcıları oluyor. Bir de evinde dursun, evine hava katsın diye gelip alanlar oluyor. Çünkü plakların bir albenisi var.”

En çok Türk Sanat Müziği plaklarının satıldığını söyleyen Yıldız, insanların nostalji olarak düşündüğünü ve koleksiyonlarında yer almasını istediğini belirterek şunları anlatıyor: “Elbette ki eski plakların ses kalitesi daha iyi oluyor. Zeki Müren, Ajda Pekkan, Hamiyet Yüceses, Tanju Okan, Erkin Koray en çok satılanların başında geliyor. Plak fiyatları 60 ile 90 TL arasında değişiyor. Ayrıca plakların kâr marjı oldukça yüksek. Hem ekonomik hem de ilgi açısından beklentimiz fazlasıyla karşılandı. Günde 5 adetten yılda 5000 CD satarken yedi ayda on bin plak sattık. Kasetlere aynı ilginin olacağını zannetmiyorum. Plakların ömrü uzun. Ayrıca, plakta ses kalitesi çok önemli. Eski plakların ses kalitesi yenilere oranla daha iyi. Kaset bu özellikleri taşımıyor.”

“Plak satışı ‘Issız Adam’ filmiyle başladı”

Yaşar Kekava Plakçılık’tan Kemal Kekava, çok somut bir çıkış noktasına işaret ediyor: “Bana kalırsa, plak satışı Issız Adam filmiyle başladı. Filmde plaktan Ayla Dikmen ve Nil Burak dinliyorlardı. Film tutulunca plak satışları da arttı.”

Bu iddialı tespit elbette tartışmaya açık. Kekava devam ediyor: “Üretici firmayız. 40 senedir plak satıyoruz. Plak satın alanlar bana göre, daha çok gençler ve plak koleksiyonerleri. Plaklar yurtdışında üretildiği için maliyetleri fazla. Satış rakamları 70-80 lira civarında. CD’ler ise 20 TL.Tür olarak en çok Türk Sanat Müziği satılıyor. Zeki Müren, Ajda Pekkan plak kültüründen geliyorlar. Bu nedenle plak piyasasını da sürükleyenler onlar. Analog müziğin zevki bambaşkadır. Dijital ile kıyaslanmaz.”

“Peki ya kasetler?” dediğimizde ise cevabı çok net oluyor: “Kaset taksicilerde, dolmuşçularda vardı. Artık onlar da dijitale geçtiler. Kaset artık geri gelmez.”

Görüşler böyle. Ama bu konu daha epey mürekkep akıtılacağa benziyor. Bu arada da plak satışları artan bir grafik çizmeye devam ediyor.

Pazar, Temmuz 08, 2018

Şimdi Yayınlansa TV Kanalı Kapattıracak 13 Videoklip


90'lar ya da 2000'li yıllarda yayınlanan kliplerin şimdilerde yayınlanan kliplerden daha cesurca çekildiğini hepimiz biliyoruz. E bir de şu an yayınlanan kliplere de sürekli ceza yağıyor. Sadece kliplere değil, şarkı sözlerine de ceza veriliyor. Biz de döneminde popüler olmuş fakat 2018 yılında yayınlanmış olsaydı büyük ihtimalle ceza alabilecek klipleri derledik



1. Nez - Sakın Ha


Kıvrak danslarıyla döneminde kendinden sık sık söz ettiren Nez'in bu klibi kesinlikle 2018 yılında yayınlansaydı ceza yağmuruna tutulurdu. Bir kere en önemli unsur yağmur altında seksi danslar yapması. RTÜK için yağmur altında göbüşü açık bir şekilde seksi seksi kıvırması out.

2. Petek Dinçöz - Foolish Casanova


Nez gibi Petek Dinçöz de seksi danslarıyla kliplerini süslüyordu. Gördüğünüz gibi kendisi öğrenci kılığına girip, üzerinde "sexy" yazan bir tişört giymiş. Bu, RTÜK için kesinlikle göz ardı edilemez bir durum. Büyük ihtimalle "Genç kızlarımıza kötü örnek olması" nedeniyle ceza alırdı. Bizden söylemesi. Ne öyle ya yağmur altında bir de gömlek yarıya kadar açık...

3. Serdar Ortaç - Karabiberim


Bu klip de döneminde çok konuşulmuştu. Klibinde oynayan kadının göbeğinden zeytin yiyordu. Bir de kadına yedirtiyordu. Büyük ihtimalle "Nimeti kötü emelleri için kullanması" nedeniyle bir güzel ceza yerdi. E 2018'de zeytin yerine ceza yerdin Serdar'cığım...

4. Emre Altuğ - Sıcak


Yani şimdi ne diyeceğimizi şaşırdık. Biri lütfen Emre Altuğ'un ateşini söndürsün.

5. Hande Yener - Acele Etme


Hande Yener klibinde yıkamalı ayin yapmış. Sizce bunu RTÜK'lü beyefendiler es geçer mi? Hadi o kadar kişi bıcı bıcı yapıyorsunuz da o beyaz donlu abilerimiz ne? Olmadı. Sen de cezayı yedin...

6. Metin Arolat - Dert Değil


Yönetmenler klibin ilgi çekici olması için elma, çilek, zeytin ve yoğurt ne varsa kadınlara yedirtiyor. Bu klibimizde de yoğurt yanlışlıkla kadının memelerine dökülüyor ve Metin Arolat da yoğurdu bir güzel kaşıkla sıyırıyor. Aman RTÜK görmesin.

7. Deniz Seki - Masal


Klipteki ablalar zaten epey konuşulmuştu. Özellikle erkekler pür dikkat bu klibi izliyordu. Dans eden ablalardan birisi resmen twerk yapıyor. Bu millet o dönem bunu kaldıramadı. E bir de içkiler gırla gidiyor. Sizce ceza yemez miydi? Bizce kesinlikle yerdi!

8. Gülşen - Nazar Değmesin


Klibin diğer sahnelerini de izlerseniz neden bu listede olduğunu çok iyi anlarsınız. Poposunu kameralara dönmüş ve bacağını okşuyor. Gülşen'e yazalım "müstehcenlik"den güzel bir ceza...

9. Murat Boz - Aşkı Bulamam Ben


Herhalde hiç bir klipte kendisini bu kadar başkalarına okşatan kimse yoktur. Okşamalı falan klipler bu devirde ceza alıyor bilmiyor musun? Hah şimdi bildiniz...

10. Petek Dinçöz - Hasta Ettin


Yani aslında klipte "müstehcenlik" adına pek bir şey yok fakat döneminde de hemşirelik gibi kutsal bir mesleği bu şekilde kullandığı için eleştirilmişti. Bu nedenle cezadan kaçamadı.

11. Tarkan - Hüp


Serdar Ortaç gibi Tarkan da bir yiyecek kullanmış. Seni de es geçmedik Tarkan! Tamam hüp diye çekeceksin ama neden makarnayı kadınla birlikte hüp diye çekiyorsun. Aldın mı şimdi cezayı?

12. İsmail YK - 90 60 90


Klipte de pek bir şey yok bizce ama şarkı sözlerine baktığımızda "cinselliğe teşvik etmesi" nedeniyle ceza alabilir. Sıcacık belleri sarması, doya doya bitmez tadım var sözleri gençlerimizi ayıp şeylere teşvik ediyor. Bu nedenle güzel güzel cezasını yer.

13. Nez - Her Şey Boş


Kapanışı da Nez ile yapmak istedik. Onun neredeyse çoğu klibi bu devirde ceza almaya müsait. E en ufak şeylerden ceza veren yüce RTÜK, Nez'e de ceza vermeyecek miydi?



Bir Anti Kahraman: Jim Morrison


Bu dünyadan bir Jim Morrison geçti. Kendini bir “Rock Star” değil de şair olarak tanımlayan Jim Morrison ölümünden yıllar sonra bile fanlarını coşturan insan, insan görünümlü bir tanrı olarak hatırlanacaktı. Ancak hiç kimse onun ne anlatmak istediğini anlamadı. O, hayatın karanlık tarafıyla ilgiliydi. 20’li yaşlarının sonları hayatının da sonu oldu. Ama onun için zaten önemli değildi sonu, önü, kıçı, başı. Düşünün ki Jim yaşıyor olsaydı, kim bilir daha neler yazacak, neler yapacaktı.

The Doors, 1965 yılında Jim Morrison ve Ray Manzarek tarafından kuruldu. 1965 yazında sahilde Jim ile oturan Ray Manzerek onun o şahane sözlerini yazıp bestelediği bir şarkıyı dinledi ve bir rock parçasında duyduğu en iyi dizeler olduğunu söyledi. Jim Morison, Doors’un fırtına gibi estiği yıllarda verdiği bir röportajda The Doors’un kuruluşunu ve amacını şöyle açıklayacaktı: ”Bilinenler vardır ve bilinmeyen ve ikisinin arasında bir kapı vardır. Ben kapı olmak istiyorum. Şiir yazmaya ve rock’n’roll yapmaya çalıştık. Bizim performansımız kapıları birbiri ardına açmaya yönelik, tıpkı bir gün tamamen atılacak yılan derisini sıyırmak gibi… Müziğimiz de daha temiz, daha taze bir boyutu arıyor, onun için mücadele veriyor ve ona ulaşmaya çabalıyoruz gibi geliyor bana… ” İşte The Doors ve Jim Morrison efsanesi böyle doğdu. Birbiri ardını izleyen başarılar, konserler, dünyanın ört bir yanında oluşacak hayran kitlesi artık çok da uzak değildi.


“Ben deri ceketli Rimbaud’yum”

Jim Morrison hep derin yaşadı, hayatı sorguladı. Jim, Freud’un içimizdeki vahşiliklere eklenmesi gereken üçüncü şeydi. Cinsellik, saldırganlık ve Morrison. Öyle ki dinleyen biri için, bir türlü kendine dahi anlatamadığı tüm aksiliklerin çözüm kaynağı oluyor. Morrison kendi sözleriyle ise bu durumu şöyle anlatıyor: “Başkaldırı, düzensizlik ve kaosa ilişkin her şey ilgimi çekiyor, özellikle de görünüşte hiçbir anlamı olmayan eylemler. özgür hareket, davranış… olduğundan başka hiçbir şey olmayan eylemler. sonuç yok, sebep yok. yönlendirilmemiş, özgür eylem. eğer bu akışa kapılıp özgürce yaşarsanız çevrenizdeki insanlar farklı bir hareket yaptığınızı düşünür ve huzursuzlanırlar; ya sizden kaçarlar ya da size engel olurlar.”

“I’m the lizard king i can do the anything”

Jim Morrison’ın başvurduğu en büyük özdeşleştirme ve aynı zamanda takma adıdır. Totem hayvanı, ona inanana güç verir. Karşısında hiçbir sınır yoktur artık. Dinozorların bile neslini tüketen felaketlere rağmen hayatta kalabilmiş bir canlıdır kertenkele. Ölüme olan aşkı bir bakıma ölümsüzlüğe olan tutkuyla eşdeğerdir.Bu önermeyi anlaşılır yapanda budur. “Ben kertenkele kralım, her şeyi yapabilirim!”


“Bir kuyruklu yıldız olmak istiyorum, herkesin durup baktığı, birbirine gösterdiği bir kuyruklu yıldız, sonra…. ansızın bir patlama ve ben yokum.”

Jim Morrison’un ölümü de çok şaibeliydi. Kimilerine göre intihar etti, kimine göre cinayete kurban gitti, kimilerine göre ise aşırı dozda uyuşturucu kullanımından hayatını kaybetti. Elvis Presley, Michael Jackson gibi Jim Morrison’ın da ölmediğine dair efsaneler üretildi. Morrison’ın bir Doğu ülkesinde inzivaya çekildiği, dervişliğe merak saldığı veya Hawaii’de yaşadığı gibi efsaneler uzun yıllar dilden dile dolaştı. Hazırlanan resmi rapora göre ölüm sebebi kalp krizidir. Jim Morrison yine sarhoştur ve 3 temmuz 1971 de otel odasında küvette ölü bulunup kalp krizi teşhisi konulur. Uyuşturucudan öldüğü iddia edilir ama vücudunda uyuşturucuya rastlanmaz.

Müzik tarihinin ‘ilahları’ arasında yer alan, The Doors grubunun lideri Jim Morrison, hızlı yaşa genç öl felsefesini benimsemiş ve ait olmadığı sistemi terk ederek zaten yapacağını yapmıştır.


Kapıda Biri Var (Ölmeden kısa bir süre önce yazdığı şiiri)

Kapıda biri var

bir mütecaviz içeriye dalıyor kapıyı kırıp

ne acı, ne de ölüm

Biziz sadece, tekrar tekrar.

İçeri geliyoruz

tamam, arayın bakalım etrafı

hiçbir şey bulamayacaksınız

Tüm perspektifleri bir anda görmek

her şey donduğunda

ve sanki kendine doğru.

Bedenlerimizi Laflarla Sakatlıyoruz

Sex, yalanlarla dolmuş,

Beden, gerçeği görmeye çalışsada,

Kurallarla bastırılmış olduğundan,

Beceremiyor! !

Bedenlerimizi, laflarla sakatlıyoruz,

Toplum, gerçekten hissettiğimizi,

SÖYLEYEMEMENİN, başarı olduğunu,

öğretmiş bize.


Biricik aşkı Pamela Courson


The Doors - People are Strange (original footage)

Cumartesi, Temmuz 07, 2018

Bir şarkıyı niçin tekrar tekrar dinleriz?


Niçin bir keşiş, Kinkaku-ji'deki göl kıyısında "Om mani padme hum..." mantrasını defalarca tekrar eder? Niçin bir Müslüman, tespih çekerken 33 defa "Allahu ekber" lafzını dillendirir? Niçin Jesu, rex admirabilis ilahisinde sesler bitimsizce yinelenir?

İnsanlık, dilin icadından itibaren öğrendiği sırları, gizemi, tüm irfanı, esrarlı mırıltılara, tekerrür eden kelimelerin, seslerin derinliklerine saklamıştır. Orfe'den beri müzikle sürüklenen bu taşkın gizem kaynağı, çağlaya çağlaya nihayet bir kolunu Bach'a, bir kolunu Itri'ye dökerek ilerlemiştir.

İbrahimi dinlerin, pagan törenlerin, şamanik ritlerin ibadetlerinin tamamen tekrar üzerine kurulu olması, tesadüf değildir. Çağımızın ilahileri halini almış olan pop şarkıların nakaratlarının tekrar üzerine kurulu olması da.

Peki, burada amaçlanan nedir?

Müzikte repetisyon olarak adlandırılan tekrar hadisesi, gerçekten hipnotik, tasavvuf alemindeki ismiyle cezbe hali, bir güce sahip midir?

Hipnoz hali (İslami literatürde sekr), bir insanın sahip olduğu gerçeklik algısının tamamen parçalanmasına yol açabilir. Bu hipnoz haline varmak için, meditasyon, zikir, uzun süre boyunca tutulan oruç gibi geleneksel yöntemler, en çok da sese dayalı ritimler, halen kullanılmaktadır. Hipnoz konusundaki en büyük yanılgı, hipnozun yalnızca uyku durumundayken deneyimlenmesi mümkün bir vaziyet olduğu yanılgısıdır. Oysa ki, bir insan uyanıkken dahi, trans içerisinde hipnoz halinde bulunabilir.[1]

Müzik dışında hiçbir sanat dalında repetisyon işlemi, kabul görmez. Bir yazarın aynı paragrafı defalarca tekrarladığını düşünün... Veya bir ressamın sürekli aynı resmi yaptığını... "Laytmotif" kavramını büyük bestekar Wagner'in ortaya atmış olması, bu düşünceler ışığında gayet olağan bir durum gibi görünüyor.

Şu ana kadar bestelenmiş bütün eserleri ele alalım, böyle bir çalışmaya giriştiğimiz takdirde muhakkak bu parçaların arasında tekrar eden bir kısma rastlarız. Çok sevdiğimiz bir şarkıyı niçin tekrar tekrar dinleriz? Şarkıyı iyice bellememize, aklımıza kazımamıza rağmen, bizi bu şarkıda çeken nedir?

Evet, tekrar etme eylemi.

İngiliz deneysel müzik bestecisi ve yazar Brian Dennis'in, 1844'ten beri neşrolunan ve dünyanın en eski müzik dergisi olan The Musical Times'da, 1974 yılında yayımlanmış "Repetitive and Systemic Music" adlı makalesi, bize bunu gösteriyor. Araştırmalar sonucu edinilen vargı şöyle: Bir insanın nabız atışı, yavaş ve tekrara dayalı müzikten etkilenir. Sesler, meditatif objelere dönüşerek zihni rahatlatır.[2]

İnsanlığın çağlar boyunca bildiği tek müzik türü olan pentatonik müzik, tekrar üzerine bina edilmiştir. Bu tekrardan doğan ekstaz halini en güzel betimleyecek eser, klasik Japon müziğinden (Gagaku) "Etenraku" olacaktır.

Repetisyonun cazibesi, klasik Batı müziği bestekarları tarafından da yüzyıllarca benimsenmiş, bu minvalde eserler yaratılmıştır. Müzik kalıplarına yerleşmiş repetisyon ancak, romantik müziğin ortaya çıkışıyla beraber sarsılmaya başlamıştır. Fakat buna rağmen romantik dönem bestekarları yine de repetisyonu tamamen terk edememiştir.

Avangart ve deneysel müziğin 20. yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından gelen kaotik dönemde iyiden iyiye yükselişe geçmesiyle beraber, müzikteki repetisyon öğesi de bu akım uyarınca eserler üreten besteciler tarafından farklı bir yönde dönüştürülmüştür.

Basit pop şarkılar bir yana, önce progresif rock içerisinde, ardından tümüyle repetisyondan ibaret ambiyans müziğiyle yerini hepten sağlamlaştıran unsur, bu tekrar eylemine düşkün insanları cezbetmek için tamamen tekrardan müteşekkil bir hal alan janrların doğuşuna neden olmuştur. Ambiyans müziği, adını, türün kurucusu unvanını hakkıyla taşıyan Brian Eno'nun 1978 yılında yayımlanan "Ambient 1: Music for Airports" adlı albümünden almıştır.

Ambiyans müziği, sıkça asansör müziği, havaalanı müziği yahut AVM müziği olarak adlandırılsa ve bu janrın büyük bir ehemmiyet teşkil etmediği düşünülse de, kendisinden sonra beliren türleri derinden etkilemiştir. Buna en güzel örnek, Varg Vikernes'in tek kişilik müzik projesi olan Burzum'dur.

Burzum'un parçaları dinlendiğinde, repetisyonun büyüsüne kapılan zihin, aynı zamanda bu tekrar eden melodilerin ardında gizli, bambaşka bir mekana, ambiyansa sürüklenir. Belki yalnızca yıldız ışıklarıyla aydınlanan, ürkütücü bir ormana, belki karların yığıldığı, aman vermez yarlara, belki de uçsuz bucaksız düzlüklere...

Pop müzikte repetisyona verilebilecek en güzel örneklerden biri, Britney Spears'ın "Let Me Be" adlı parçasıdır. Let Me Be, bütünüyle repetisyonun gücünü ve sürükleyiciliğini ispat eden şarkıların başında geliyor.

Nihayetinde bütün bu örneklerden varılan sonuç şudur ki, sample yani örnekleme tabanlı, R&B, hip-hop, vaporwave gibi janrların yanı sıra, klasik Batı müziği, ambiyans müziği, black metal gibi türlerin de, hatta Tanrı'ya, Allah'a, Siddharta Gautama'ya, Amaterasu'ya sunulan duaların dahi, insan ruhuna tesir edebilmek adına repetisyonun büyüsünü bünyelerinde barındırmaktan başka bir çareleri yokmuş gibi görünüyor.

Perşembe, Temmuz 05, 2018

Magazin nostalji: Sahnenin Muhteşem İkilisi Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan

Artık ikisi de aramızda olmayan Gazanfer Özcan - Gönül Ülkü çifti, Türk tiyatrosunda adlarından her zaman saygıyla bahsedilen sanatçılardı. 20 Haziran 1970 tarihli SES dergisinde yayınlanmış olan Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü hakkındaki yazıyı dikkatinize sunuyoruz.


Türk tiyatrosunun en ünlü çiftlerinden biri olan Gönül Ülkü ile Gazanfer Özcan 1960'ta başlayan birlikteliklerini, hiç kesintiye uğratmadan sürdürüyor

Yandaki resim: Türk tiyatrosunun ünlü çifti Gazanfer Özcan ile Gönül Ülkü, Gayrettepe' deki evlerinde... Bu evde hayat -her tiyatro sanatçısının evinde olduğu gibi- gece yarısından sonra başlar.

Bir hayli sanatkar tanırım. Belki benim tanımadıklarımın içinde de vardır, ama bunların arasında karısına, ailesine, akrabalarına, dostlarına, iyilik gördüğü kimselere bu derece bağlı olanını pek görmedim. Yahut da bana kendisini öyle gösterdi, olabilir. Ama şayet öyle gösterdiyse bile, bu satırları yazdıracak kadar beni inandırdığına göre çok zeki bir insan demektir ki, o da büyük bir şeydir bence...

Yukarıdaki resimde Türk tiyatrosunun ünlü çifti Gazanfer Özcan ile Gönül Ülkü, Gayrettepe' deki evlerinde görülüyor. Bu evde hayat - her tiyatro sanatçısının evinde olduğu gibi - gece yarısından sonra başlar.

İster tiyatronun kulisinde, ister bir pazartesi kalabalık bir grupla dışarıdaki bir yemekte, ister evde, nerede olurlarsa olsunlar Gazanfer özcan, eşi Gönül ülkü'nün etrafında pervanedir.

Beğendiği yemeği mutlaka ona tattırır. Hoşlandığı müziği o da dinlerse zevk alır. Biriyle bir köşede bir şey konuşuyor bile olsa, bir ara, "Gönül bak, beyefendi ne diyor?" diye muhakkak ona da anlatır.

Yandaki resim: Evinin bir köşesindeki Toron Karacaoğlu'nun yaptığı resim önünde görülen Gazanfer Özcan, eşi Gönül Ülkü'nün etrafında adeta bir pervane gibidir.

Sonra beraber oturdukları Gönül'ün annesiyle büyükannesine de çok bağlıdır. Her akşam tiyatro dönüşü nereden bulur, buluşturur, eline bir, iki çiçek alır. Kaçta gelirse gelsin, uyumadan kendisini bekleyen o 90'lık büyükannenin elini öper, çiçekleri baş ucundaki vazoya yerleştirerek hayır duasını alır. Uyumamışsa kayınvalidesinin de hatırını sorar. Ondan sonra Mehmet'in hazırladığı sofraya oturarak akşam, pardon gece yemeğini yerler.

Mehmet onun evladı gibi sevdiği, evinde çalışan bir gençtir. Bundan 5-6 ay önce askere gittiği zaman, sanki Gazanfer de onunla birlikte yeniden askere gitti. Onunla devamlı meşgul oldu. Maddi ve manevi elinden geleni yapmaya çalıştı. Hala da çalışıyor.

Bedia Muvahhit, Şehir Tiyatrosu'nda senelerce beraber çalıştıkları, sevip saydıkları en büyük kadın sanatkar... Gazanfer'le Gönül onun tiyatrosundan ayrılalı 10 yıl oldu. "öküz öldü, ortaklık bitti" değil mi? Hayır... Haftanın bir-iki günü Bedia Hanım onların oyununu, belki 10'uncu, belki de 20'nci defadır görmeye gider. Onlar da bütün tatil günlerinde Bedia Hanım'sız yapamazlar.

Gül Gülgün'le de daha Şehir Tiyatrosu zamanında arkadaştılar. Bilhassa Gönül'le Gül... Gül, Oktay Milor'la flört etmeye başladığı sırada Gazanfer özcan da Gönül ülkü'nün peşinde dolaşıyordu.

Gönül Ülkü ile Gazanfer Özcan'ın aşkları, 1960'ta birlikte çıktıkları bir turnede başladı, 1962 yılında da evlendiler. Yandaki resimde ünlü çift 1967'deki 'Aşk Memuru' adlı oyunda görülüyor.

Gönül Ülkü ile Gazanfer Özcan'ın aşkları, 1960'ta birlikte çıktıkları bir turnede başladı, 1962 yılında da evlendiler. Yandaki resimde ünlü çift 1967'deki 'Aşk Memuru' adlı oyunda görülüyor.

Gazanfer, "Daha ilk tanıdığım günlerde Gönül'de gözüm vardı, ama pek belli etmiyordum" diyor. "1960'ta turneye çıktığımız sırada ilk aşkımız başladı. Böylece Gül ve Oktay ile aramızda bir nevi mukadderat birliği de oldu galiba. Onlar 1961'de evlendi. Biz bir yıl sonra... O zamandan beri hemen her boş olduğumuz gün buluşuruz. Bir gün bile birbirimize kırılmadık."

Bütün bunların dışında Gazanfer özcan'ın en sevdiği insanların başında annesiyle babası gelir. Ama her şeye rağmen galiba onlar için hepsinden önce sanatları geliyor olmalı ki, bir hadise bunu bana çok acı bir şekilde anlattı.

Yağmurlu bir Şubat günüydü. Bir arkadaşımın Gazanfer'lerde ayırttığı yeri, bir hafta sonrasına değiştirecektim. Tiyatro, matbaaya yakın, günlerden de çarşamba... Matine var. "Telefon edeceğime, uğrayayım" dedim. Hem arkadaşın biletini değiştirir, hem de Gönül ülkü "çocuklarımın

Babası"nı oynarken, ben de Gazanfer özcan'la bir-iki kelime konuşurdum.

Saat beş buçuktu. Kapıdaki memur, "Yoklar efendim" dedi... "Bugün öğleden sonra Gazanfer Bey'in annesini toprağa verdiler. Onun için maalesef matine yok. Mamafih gece oynayacaklar..."

Sonradan duydum. O gece sahneye çıkarken Gazanfer, bütün kadroyu karşısına almış, "öyle üzgün, asık suratlı durmak yok!" diye bağırmış. "Eğer biraz bana sevginiz varsa, gülmenizi istiyorum. Bu gece seyirciler benim ıstırabımı anlamamalıdır."

Ve o gece davuluyla, zurnasıyla, esprisi ve kahkahasıyla diğer günlerden farksız bir oyun çıkarmışlar... 

Yandaki resimde Gönül Ülkü ile Gazanfer Özcan, 1964 tarihli 'Armatör' adlı oyunda Adile Naşit ile birlikte görülüyor.

Gönül ükü ile Gazanfer özcan aynı yıl, 1931'de doğmuşlar. Gazanfer 24 Ocak'ta, Gönül 28 Şubat'ta doğduğuna göre, Gazanfer, karısından tam 35 gün büyük... İkisi de İstanbullu. Gönül, Beyoğlu Kız Lisesi'nin 11. sınıfından ayrılmış. Gazanfer ise Taksim Erkek Lisesi'ni bitirmiş, ikisi de aynı yıl, 1947'de istanbul Şehir Tiyatrosu'na girmiş, ilk defa çocuk piyeslerinde oynamışlar. Gönül'ün ilk büyük rolü "Sana Rey Veriyorum"da olmuş.

Gazanfer de "Mahallenin Romanı"nda oynamış. Ondan sonra "Meraki", "Yelpaze", "Ben çağırmadım" gibi birçok piyeste beraber oynamışlar. 1962'de Şehir Tiyatrosu'ndan ayrılarak, kendi tiyatrolarını kurmuşlar.

İkisi de Fenerbahçeli, ikisi de içkilerden rakıyı tercih ediyor, ikisi de Yeni Harman içiyor. Gönül günde 10 tane, Gazanfer iki buçuk paket... 

Gazanfer hayvanlardan köpeği, Gönül ise kediyi seviyor. Hatta evinde çocuğu gibi baktığı bir "Biblo"su var. Yemeklerden Gönül karnıyarığı, Gazanfer etli kuru fasulyeyi seviyor, ikisinin de yalana, riyaya tahammülleri yok... 

Gönül "Kelebek" romanının yazarına hayran, Gazanfer ise, "Her iyi yazarı okurum" diyor. Artistlerden bir ayırma yapmıyorlar. Gazanfer, "Artist olsun da çamurdan olsun razıyım" diyor. İkisinin de evvelki evliliklerinden birer yetişmiş çocukları var. Gönül'ünki 18 yaşında boylu, poslu bir delikanlı: Kılıç... Gazanfer'inki zarif, uzun boylu 17 yaşında bir kız: Fulya.

Yandaki resimde Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan, en yakın dostları Gül Gülgün, Oktay Milor ve Bedia Muvahhit'le, bir oyun sonrasında kuliste görülüyor.

"Hangi enstrümanı çalarsınız?" sorusuna Gönül "Piyano" diyor ve sonra ilave ediyor: "çalarım değil de, çalmayı çok arzu ederdim." Gazanfer ise her şeyden ses çıkardığını iddia ediyor. "Ama asıl bağlamayı iyi çalarım" diye ekliyor. Gönül ülkü nazara inanıyor. Gazanfer özcan'ın hiç bir batıl itikadı yok.

Aldıkları mükafatları soruyorum. Gönül hiç almamış. Gazanfer, "İlk defa Reşit Gürzap Bey'in ani ayrılmasıyla 'Mahallenin Romanı'nda onun rolünü bana vermişlerdi. Bu, benim ilk büyük rolümdü. Her halde ümidin üstünde başarılı oynamış olacağım ki, mevsimin sonunda Vali Fahrettin Kerim Bey bu rolden ötürü bana bir takdirname vermişti. Sonra Son Saat gazetesinin her yıl yaptığı 'Yılın En Başarılı Sanatçıları' yarışmasına abone idim. üç, dört yıl arka arkaya 'Yılın En Başarılı Komedi Artisti' mükâfatını bana verdiler. Bu yıl abone muamelesini yenilemeyi unutmuş olacağım ki, başkasını seçtiler!.."

(Not: Manşet fotoğrafında Gönül ülkü ile Gazanfer özcan, kedileri "Biblo" ile birlikte görülüyor...)

Ses Dergisi - 20 Haziran 1970

Yakılan dizi Yorgun Savaşçı'nın öyküsü


Türk sinema tarihinin en büyük yapımlarından biri olan Yorgun Savaşçı dizisi, büyük çabalar sonrasında çekilebilmişti. Ancak, Başbakanın emriyle kopyaları yakıldı

Televizyon dizilerine siyasi iktidarın ilgisi bu topraklarda çok eskilere dayanır. Aşağıda "Yorgun Savaşçı dizisinin yapım aşamasını anlatan bir yazı sunuyoruz.


TRT'NİN en büyük projesi. Türk sinema tarihinin en pahalı prodüksiyonu "Yorgun Savaşçı" maceralı çekimi ile de aylardır kamuoyunun ilgisini çekiyor.

Başladıktan birkaç ay sonra engellenen çekim, su sıralarda dört-beş aylık bir gecikme ile yeniden başladı. Ama bu defa da karakış Yorgun Savaşçı'yı engellemek üzere...

Yorgun Savasçı'nın başka özellikleri de var. Bir kere bu büyük prodüksiyonun başarı ile gerçekleşmesi, malzemesinin çoğunu batıdan alan TRT kurumunu yerli yapımlara ve Türk edebiyatına yöneltecek.

Ardından yönetmeliklerde film çekimini aksatan bütün maddeler bu dizi sırasında ortaya çıkacağı için bunların düzeltilmesi yoluna gidilerek, bundan sonraki dizi ve filmlere rahat çekim imkânı sağlanacak. Ve bunun aksini düşünürsek. Yorgun Savaşçı'nın gerçekleşmemesi, önemli bir düş kırıklığı yaratacak. Bu bakımdan da Yorgun Savaşçı, hem TRT, hem de yerli yapımların geleceği bakımından da büyük önem taşıyor.

İsterseniz Yorgun Savaşcı'nın gelişimini ve olaylarını tarih sırası ile bir inceleyelim... (Solda ve altta: Dizinin başrol oyuncuları Meral Orhonsay ile Can Gürzap, iki ayrı sahnede...)

Yorgun Savaşçı, büyük Türk yazarı Kemal Tahir'in yakın Türk tarihine ışık tutan bir eseri. Düzenli ordunun Kurtuluş Savaşı'nda oynadığı rolü ve kahramanlıkları bir tarihi roman özelliği içinde anlatıyor. 1968 yılında Yunus Nadi ödülünü kazanmış.

Şimdiye kadar ciddi bir yapıma imza atmayan TRT, 14 Ekim 1978 tarihli yönetim kurulu kararı ile Yorgun Savaşçı'yı dizi film yapma kararı alıyor. Ve filmin yapımcılığını Beş Hikaye dizisinin de yapımcılığını üstlenen Ömer Serim'e, yönetmenliğini de Aşk-ı Memnu dizisinin yönetmeni Halit Refiğ'e veriyor. Senaryo çalışması Halit Refiğ tarafından yapıldı ve tam yedi ayda tamamlandı.

Bu arada basın organlarında Yorgun Savaşçı ve Kemal Tahir aleyhinde yazılar çıktı. Kurum içinde bazı denetçiler de Yorgun Savaşcı'nın çekilmesine mani olmak istediler. Bunun üzerine TRT yönetim kurulu 7 Ağustos 1979 tarihli toplantısında yeniden dizinin çekimi konusunu ele aldı ve bazı tarihçilerin de fikirleri alınarak Yorgun Savaşcı'nın çekimine ikinci defa ve oy birliği ile karar verildi.

Yönetim kurulunun ikinci kararı üzerine ekip çalışmalarını sürdürdü ve 11 Aralık 1979 günü Yorgun Savaşçı için «Motor» denildi... İstanbul'da Heybeliada, Kandilli, Rumelihisarı gibi yerlerde sürdürülen çekim Sine-Sen ile TRT arasındaki anlaşmazlık yüzünden aksamaya başladı. Askeri yardım olmadan Yorgun Savaşcı'nın çekilemeyeceği anlaşılınca 25 Nisan 1980 günü çekime ara verildi. Bundan kısa bir süre sonra, 2 Mayıs 1980'de TRTGenel Müdürlüğü askeri yardım sağlanıncaya kadar çekimi durdurdu.

Aradan geçen zaman içinde TRT ve film ekibi işin yeniden başlayabilmesi için çalışmalar yaptı. 2 Eylül 1980'de TRT Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu başlanabileceğini belirtti. Bu sırada 12 Eylül araya girdi. Ve Genel Kurmay'ın filmin Atatürk Yılı'na yetişmesi için her türlü yardımı yapacağını belirtmesi ile Yorgun Savaşcı'nın çekimine geçildi.

Şu sıralarda gece, gündüz demeden çalışan ekip için yeni bir tehlike başgöstermiş durumda. O da karakış. Anadolu'da çekilecek savaş sahneleri kış yüzünden ilkbahara kalabilir. (Solda: Can Gürzap, Yorgun Savaşçı'dan bir karede...)

Halit Refiğ, Yorgun Savaşcı'nın neyi anlattığı sorusuna şöyle cevap veriyor: «1919- 1920 yıllarının yıkılmış Osmanlı Devleti, işgale uğramış. Ülke karanlığı içinde, bir avuç subayın İstanbul'dan Batı Anadolu'ya geçerek savaştan bezmiş halkın düşmana karşı direnmesi için bir cephe kurmaya çabalamalarını anlatmakta. Yurt savunmasında son hesapta dayanılacak gücün dağınık çeteler değil, düzenli devlet ordusu olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Yazarının da ifade ettiği gibi «Yorgun Savaşçı», Türk toplumunda ordunun özel yerini belirtmek, son yüzyıldır bütün iç ve dış cephelerde yalnız milli devleti, yani vatanı savunmak için hiç kimseden ve hiçbir rejimden kendisi için çok şey beklemeden vuruşmuş Türk subaylarının dramını vermektedir.»

Atatürk'ün 100. doğum yılında televizyonun ve belki de sanat dünyasının hazırladığı en büyük eser olan Yorgun Savaşçı, şimdiden olaylarla dolu çekimleri ile yapımcılarını yorgun düşürdü. İşin tamamlanması için daha bir süre zaman geçmesi lazım. İki buçuk bölümü çekilen bu süper dizide daha çok tiyatro oyuncuları rol alıyorlar. Onlar da işin heyecanına kendilerini kaptırdıkları için bütün güçleri ile bu dev eserin tamamlanması için çalışıyorlar.

(22 Kasım 1980)

Salı, Temmuz 03, 2018

Mazide Kalan 9 Sosyalleşme Alışkanlığı


Bir zamanlar sevdiklerimizi kalbimiz kadar temiz sayfalarda muhafaza eder, duygularımızı ucunu yaktığımız mektuplarla ifade eder, özlemle andıklarımızı kartpostallar ile sevindirirdik. Belki artık telefonu elimize aldığımızda ya telesekreter çıkarsa diye kalbimiz atmıyor, arkadaşımızın doğum gününden önceki gece kaset doldurmak için sabahlamıyoruz ama o günlerden, nostaljik alışkanlıklarımızdan bahsedince hala içimiz titriyor. Sizi yakın geçmişin belki biraz tozlu ama özlemle anılan sayfalarına götürmek için bazıları çok eski günlerde kalan bazıları birkaç yıl öncesine kadar kullanılan sosyalleşme alışkanlıklarını 9 maddelik listemizde bir araya getirdik


Hatıra Defteri Tutmak




Bir kişiye değer verdiğinizi göstermenin en güzel yollarından biri ona hatıra defterinizi vermek ve kalbiniz kadar güzel bir sayfayı sizin için doldurmasını istemekti. Hala bir köşede sakladığımız hatıra defterlerimiz eski dostlukların nostaljik bir rehberi olarak kişisel tarihimizin en değerli belgeleridir.

Mektup Yazmak




Ailemizi, arkadaşlarımızı özlediğimizde; sevdiğimizin uzağında olduğumuzda özenle en özel mektup kâğıdını seçer, en güzel yazımızla mektubumuzu yazardık. Her biri ayrı bir tarih yazan pulları zarfa yapıştırır, tatlı bir heyecanla mektubumuzu postaneye teslim ederdik. En eski iletişim yöntemlerinden biri olan mektuplar, sandıklarda saklanır, geçen yıllarla sararsalar da onlara gözümüz gibi bakılırdı.

Kartpostal Atmak




Seyahate gidince ilk yaptığımız kartpostal alıp sevdiklerimize göndermek olurdu. Sanki ailemize, dostlarımıza o kartpostalı göndermezsek seyahatin tadını çıkaramazdık. Biri bize kartpostal yolladığında ise kendimizi özel hissederdik.

Arkadaşlık Teklif Etmek




Birisiyle arkadaş olmak eskiden şimdiki kadar teklifsizce gerçekleşen bir durum değildi. Arkadaş olmak istediğimiz kişiye aracılar gönderirdik. Arkadaşlık teklif etmek genelde okul yıllarında yaşanan bir deneyim olduğundan ağaç arkalarından, duvar kenarlarından bakılır ve heyecandan kıvranarak gelecek cevap beklenirdi.

Akrostiş/Mâni Yazmak




Birini önemsediğimizi göstermenin en naif yollarından biri onun için olan duygularımızı şâirane bir şekilde ifade etmek değil midir? Okul defterlerinin arkasına, kokulu kâğıtlara, arasında çiçek saklanan defterlere yazılan akrostişler, mâniler en masum duygularımızın bir yansımasıydı.

Telesekreter




Telesekreterler gündelik hayatımıza ilk girdiğinde bir devrim olmuşlardı. Karşılama mesajını en güzel şekilde kaydetmek için uğraşır, her eve geldiğimizde koşarak telesekreteri kontrol ederdik. Telesekretere mesaj bırakmak da bir o kadar zordu, sesimiz titreyerek mesaj bırakır heyecanla alacağımız cevabı beklerdik.

Not Bırakmak




Sevdiklerimizle iletişim kurmanın en tatlı, en sıcak yollarından biri de onlara not bırakmaktı. Minik kâğıtlara yazılan hatırlatma ya da sevgi notları evde, okulda, iş yerinde uygun yere iliştirilir, okuyanların içini ısıtırdı.

Fotoğraf Albümü




Fotoğrafların eski makinelerle çekildiği günlerde özenle saklanan fotoğraflarla albümler oluşturuldu. Çocukluk ve aile fotoğrafları, okul anıları, düğün fotoğrafları… Her fotoğraf bir albüme yerleştirilir ve saklanırdı. Evimize gelenlere fotoğraf albümlerini göstermek, onlarla en güzel anılarımızı paylaşmak ise güzel bir dostluğun başlangıcı olarak görülürdü.

Karışık Kaset Ve CD Hazırlamak




Bir insana verilebilecek en özel hediyelerden biri onun için karışık kaset ya da CD hazırlamaktı. 90’lardan önce doğmuş herkes en yakın arkadaşına, sevgilisine bir albüm hazırlamıştır. Karışık kaset hazırlarken çekilecek şarkıları özenle seçmek ve arada boşluk kalmayacak, ses kalitesi düşmeyecek şekilde kaydedebilmek maharet isterdi.

Pazartesi, Temmuz 02, 2018

Yeşilçam Melodramlarının 9 Olmazsa Olmazı



Bizleri sinema salonlarına, televizyon başına toplayan, kimi zaman güldüren kimi zaman ağlatan Yeşilçam filmleri birçok farklı hikâyeyi konu alsa da hemen her filmde karşımıza çıkan bazı klasik replikler, durumlar vardır. Türk sinemasının bu olmazsa olmazlarını derledik, size gün ortasında bir Yeşilçam melodramı izlemişsiniz hissi yaratmak için bir araya getirdik


Rica Ederim, Duygularımla Oynamayın




Yeşilçam melodramlarının olmazsa olmazlarından biri çaresiz âşıklardır. Film boyunca bu acı dolu aşığın başına gelmeyen kalmaz hatta aşkından verem olur, ölüm döşeğine düşer, her izleyeni üzüntüden kahreder.

Biz Ayrı Dünyaların İnsanıyız




Bazen senaryo gereği birbirini sevenler yıllarca ayrı düşer, büyük acılar çekerler ama sessizce hayatlarına devam ederler. Yıllar sonra sevenler şans eseri karşılaşırlar ve yanlarında yeni eşleri ve büyük ihtimalle küçük çocukları olur. İşte bu durumda sessiz ve uzun bir bakışma yaşanır.

Az Kazanıyorum Belki Ama Namusumla, Alnımın Teriyle Kazanıyorum




Yeşilçam melodramlarının çoğu zengin-fakir aşkı üzerine kurulmuştur. Yakışıklı, mağrur fakat fakir genç erkek ilk başta şımarık gibi gözüken zengin kızı gönlünü kaptırıverir ya da geçinmek için dişini tırnağına takan genç kız, refah içinde yaşayan bir delikanlıya sevdalanır ve olaylar gelişir.

Nayır, N’olamaz!




Yeşilçam filmlerinde başkahramanlar hep büyük acılar çeker. Başları ne yazık ki dertten, üzüntüden bir türlü kurtulamayan karakterlerin bir gecede saçlarına aklar düşmesi de sık görülen bir durumdur.

Küslerin Barışması



Filmlerin çoğunda birbirine küs kardeşler ya da yakın dostlar vardır, ama küslükleri birbirlerini sevmediklerinden değil de inattandır hep… İşte bu küsler filmin sonunda barışır, dostlukları ile içimizi ısıtır.

Çirkin Ördek Yavrusu




Türk filmlerinde filmin başında adeta bir çirkin ördek yavrusu gibi olan kızlarımızın kısa süre içinde serpilip büyümeleri, güzelleşmeleri sık sık karşımıza çıkan bir durumdur. Bu kızlarımız güzelleştikten sonra çok gönüller çalacaktır.

Seviyorum De!




Yeşilçam sevdiğine kavuşamayan âşıkların monologlarıyla doludur. Kara sevdalı, sevdiğinin duvardaki resmine bakarken ya da hülyalı gözleriyle camlardan süzülen yağmuru izlerken kendi kendine konuşur, kaderine isyan eder, sevdiğine anlatamadığı meramını boş duvarlara anlatır.

Fakir Ama Gururlu Bir Genç




Filmin başında acımasız patronu tarafından ya da başka kötü kalpli kişiler tarafından haksızlığa uğrayan kahramanlar pes etmez, çalışır, didinir ve intikam günü geldiğinde mağrur bir ifadeyle repliğini söyler: "Hani fakir ama gururlu bir genç vardı..."

Bak Beyim, Sana İki Çift Lafım Var




Filmin başında katı yüreğiyle izleyiciyi bezdiren karakterler, olay örgüsü içerisinde genellikle fakir ama gururlu, babacan, yüreği geniş ve iyilik dolu karakter tarafından edilen manalı iki çift söz ile yaptıklarını düşünür, doğru yolu bularak iyi bir karaktere evrilir.