Cumartesi, Haziran 30, 2018

Orhan Veli Kanık'ı belediye çukuru öldürdü!

Çocukluğumuzun Kahramanları - 1 Mister NO

Rock müzik dinleyicisinin "Kimse bilmiyor" sevinci

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 1. Bölüm: İçinizdeki Yazarı Uyandırın

Müzik Zevkinizi Kendiniz mi Belirliyorsunuz?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 2 Baltalı İlah Zagor

Erkin Koray'ın "Çöpçüler" şarkısı nasıl ortaya çıkmıştı?

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 2. Bölüm: Asparagas Nasıl Yazılır?

Unforgettables Plak Serisi

BRUCE LEE'nin Öyküsü

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 3. Bölüm: Sanal Bir Hikaye

Çocukluğumuzun Kahramanları - 3 KIZILMASKE

Bu videoda; Kaçak, Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Doludizgin (Bonanza), Tatlı Cadı ve Komiser Columbo dizilerinin nostaljisini yapıyoruz

INTERNET Nostaljisi

Hayalet Görünce Ne Yapmalı?

Çocukluğumuzun Kahramanları 4 - Sihirbazlar Kralı MANDRAKE

Videoklipler Nasıl Ortaya Çıktı?

Yeşilçam'da Seks Filmleri Furyası

Çocukluğumuzun Kahramanları 5 - Kaptan Swing

Müzik Dinleme Alışkanlığımız Değişirken

Çocukluğumuzun Kahramanları 6 - Çelik Blek (Teksas çizgiromanı)

GIRGIR mizah dergisinin öyküsü

Gizemle Nasıl Başederiz?

Çocukluğumuzun Kahramanları 7 - Yüzbaşı Tommiks

Beatles Çılgınlığı - Müzik Tarihinde Bir Dönüm Noktası

Sosyal medyada paylaşılan matematik sorularının arkasındaki kandırmaca

Şarkı Sözlerinde Mutluluğun Formülü

DİKKAT: Bu video hassas insanlar için uygun olmayabilir

Çocukluğumuzun Kahramanları 8 - Barbar Conan

Turist Ömer Uzay Yolunda filminin öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 9 - Red Kid

Beyaz Kelebekler grubunun öyküsü

Ayla Dikmen'in öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 10 - Tenten

Eskinin Adamıyla Medya Maceraları

Eskinin Adamıyla Çizgiroman Nostaljisi- Türk çizgiroman kahramanlarına genel bir bakış

Çocukluğumuzun Kahramanları 11 - Tarkan

Bu video sohbetinde uzaylılar ve politikacılardan bahsedilmektedir. Hatta zekasına güvenenler için bir de bilmece var

Çocukluğumuzun Kahramanları 12 - Karaoğlan

'Beş Yıl Önce On Yıl Sonra' grubu

Dünyayı Kurtaran Adam filminini hatırıyor musunuz?

Plak toplamaya ve dinlemeye yeni başlayanlar için yararlı bilgiler bu videoda!

Çocukluğumuzun Kahramanları 13 - Yüzbaşı Volkan

Çocukluk arkadaşımız Pembe Panter

Magazin Nostalji - Ajda Pekkan'ın Sadece 6 Gün Süren İlk Evliliği

BEKLENEN ŞARKI Filminin Öyküsü

Barış Manço'nun 40 günlük ilk evliliği

Gazinolar: Bir Döneme Damga Vurmuş Eğlence ve Müzik Mekanları

Magazin Nostalji - Yabancı Basında Yeşilçam

ve huzurlarınızda The Muppet Show

illa ki Ferdi Özbeğen

Eskinin Adamı'nın Şimdiki Zamanla İmtihanı - Bu sohbette şiir, şarkı, videoklip.. Ne ararsanız var

Nedir Bu Nostalji Dedikleri?

Müzik - Magazin aleminde son durumlar nedir?

Çok Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan - Cem Karaca'nın Öyküsü

Magazin Nostalji - Alaturka mı, aranjman mı? Plak mı, kaset mi?

Magazin Nostalji - Erkin Koray maçı kaybedince sahadan nasıl kaçtı? Cem Karaca gece maçına güneş gözlükleriyle çıkınca ne oldu? Barış Manço, Kurtalan Ekspresi nasıl dağıttı?

Rocky Filmlerini Nasıl Bilirsiniz?

Alkışlarla yaşar, yalnızdır piyanist - Bu bir Ferdi Özbeğen hikayesi

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 1. Bölüm

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 2. Bölüm

Cuma, Haziran 29, 2018

Şakayla Karışık Sadri Alışık

Yavuz Turgul'un Sadri Alışık ile yaptığı röportaj 16 Eylül 1972 tarihli SES dergisinde yayınlanmıştı. İşte size o röportajı sunuyoruz



Türk sinemasının en kıdemli aktörlerinden Sadri Alışık'ın sanat yaşamı birbirinden ilginç anılarla dolu. Kendisiyle ilgili çıkan tüm haberleri arşivleyen Alışık, ciltleri karıştırdıkça içlerinden hatıralar fırlıyor!

Her şey iyiydi, güzeldi ama biz "arşiv tanzim günü»nün mana ve ehemmiyetini bir türlü kavrayamamıştık. Sadri Alışık, "Bunda anlaşılmayacak ne var canım» diye bir kere daha anlatmaya başladı:

- "Sinemada 28 yıllık bir geçmişim var. Az buz zaman değil hani. İlk günlerimden bu yana hakkımda çıkan fotoğrafları, yazıları topladık. Topladık ve büyük ciltlere yerleştirdik. Buraya kadar tamam da, bundan sonrası biraz hüzün verici.»

Alışık uzun tüylü halının üzerine gelişi güzel atılmış ciltleri eliyle işaret ettikten sonra, şöyle devam etti:

- "Bu gördüklerinizden başka daha el değmemiş bir yığın var. Hepsi sandıklarda tanzim gününü bekliyorlar. çok çabuk tozlanıyor, eğilip, bükülüp kopuyorlar. Benim için sonsuz derecede kıymetli şeyler bunlar. Bakmak korumak lazım. Sonra Çolpan'ın aklına bir şey geldi. Arşiv tanzim günü yapmak. Hani hanımların temizlik günü gibi bir şey...»

Gelişigüzel bir cilt seçtik ve sayfalarını karıştırmaya başladık. O sırada ünlü oyuncu da yanımıza geldi, beraberce eski günlere geri döndük. Birden eliyle bir fotoğrafı işaret etti, "İşte» dedi, "Yavuz Sultan Selim Ağlıyor» filminden bu fotoğraf...»

Sonra gülmeye başladı.

- "Bu film alem filmdi yahu. Hatıralarıyla kitap yazılır. Hiç unutmam o sıralarda ben hem küçük sahnede prova yapıyor, hem de bu filmde rol alıyordum. Rejisör de Muhsin Ertuğrul'du. Onun için filmcilere 'Aman' demiştim, 'Benim çalışma saatlerimi en az iki gün önceden bildirmeniz lazım yoksa gelemem.' Ben sanki öyle dememişim gibi prodüksiyon amiri bir gün tiyatroya damladı ve 'Sadri Bey' dedi 'Bugün çalışmanız var, lütfen şu saatte sete gelin.' 'Gelemem' diye cevap verdim. O da şöyle karşılık verdi: 'İyi ama kardeşim biz atlara haber verdik, bu gün gelecekler.' İşte o zaman dayanamadım ve patladım: 'Yahu siz atlara haber vermeden önce niye aktörlere haber vermezsiniz?'

Sayfaları çevirirken Sadri Alışık, başka bir fotoğrafın üzerine parmağını bastı. "Ah Güzel istanbul... Galiba yıl 1966... Ayla Algan'la beraber oynamıştık. Durun durun bakın aklıma yine bir anı geldi. Bu filmin bir kısmını Sultanahmet'te çekiyorduk. Filmde de bir köpek rol alıyor ama bildiğiniz gibi değil. çok kıymetli. Sette koyacak yer bulamıyorlar. Bir kişi köpeğe bakmakla görevlendirildi. Yanına kimse yaklaşamıyor. Neyse, set öğle yemeği için tatil oldu. Bir köfteciye girdik. Nasıl olduysa Ayla Algan köpeği sevmek için yanına aldı. Derken içeri top gibi köpeğin bakıcısı girdi. 'Aman' diye bağırdı, 'Köpek nerede?' 'Dur birader heyecanlanma köpek burada' diye yatıştırmaya çalıştık adamı. Ama bizim köfte yediğimizi görünce gözleri faltaşı gibi açıldı ve "Yoksa Fino'ya da köfte mi yediriyorsunuz?' diye sordu? Yine "Hayır» dedik. Rahatladı ve 'iyi, iyi' dedi, 'Siz yeyin ama sakın köpeğe yedirmeyin, rahatsız olur bu etlerden!..'

Sadri Alışık bu... Anılar öyle çabuk biter mi? Dağarcık tıka basa dolu. Biz sayfaları karıştırıyoruz, o aklına hemen gelen başka birisini anlatıyordu:

- "Bir zamanlar 'Kendini Kurtaran Şehir' diye bir film çekiyorduk. Epey oluyor. Galiba 1951 filandı. Rol icabı bir figüranla kavga edeceğim ve adamı bir güzel ıslatacağım. Figüran da hafif bıçkın bir delikanlı. Karşılıklı geçtik. Beni şöyle baştan aşağıya bir süzdü. Sonra rejisöre döndü ve 'Şimdi ben bu adamdan mı dayak yiyeceğim?' Rejisör, 'Evet' dedi. Tekrar bana döndü, yine süzdü, sonra 'Olur mu be abicim' diye homurdandı, 'Şimdi ben bu adamdan dayak yersem filmi gören arkadaşlarım bana ne gözle bakar biliyor musun?' Ve çıktı gitti....

Sayfalar çevirmekle bitmiyor kalın kalın ciltler art arda yığılıyordu. Bu arada Çolpan İlhan eksikleri tamamlıyor, yapıştırıyor, onarıyordu. Bu arada Sadri Alışık saatine baktı.

- "Hanım acaba vaktim gelmiyor mu?»

Çolpan İlhan işine devam ederken sadece başını sallama fırsatını bulabildi. Derken yine bir anı çıkıverdi ortaya.

- "Bunun ciltteki fotoğraflarla ilgisi yok. Ama galiba yine bir film setinden eve dönüyordum. Araba sahibi değildik o zamanlar. Dolmuşa bindim. Derken ön tarafa da yaşlı tonton bir adam bindi. Söyle arkasına döndü ve beni gördü. Hemen 'Beyefendi siz Sadri Alışık'sınız değil mi?' dedi. Ben kıpkırmızı olmuş bir vaziyette 'Aman efendim nereden çıkartıyorsunuz' dedim ama adam durmadan ısrar ediyor. Sonunda dayanamadım ve 'Bana bakın, ben Sadri Alışık filan değilim. Lütfen önünüze dönün...' Garip biraz sonra da arabadan indi. Buraya kadar olanlar iyi güzel. Gelelim sonrasına: Adam indikten sonra şoför döndü ve ne dedi biliyor musunuz?

- 'Aldırma kardeşim hayatta ne münasebetsiz insanlar var gör işte. Seni adam gibi birine benzetse içim yanmayacak. Tutmuş Sadri Alışık'a benzetiyor. Ama boş ver. üstünde durma...'»

İşte tam o sırada Çolpan İlhan'ın "Evet Sadri Bey» diyen sesi duyuldu, "Sahne vaktiniz hızla yaklaşıyor. Biraz acele etseniz nasıl olur?»

Alışık "çok iyi olur» diye cevap verdi. Sonra bizlere döndü:

- "Şu anda belki de benim kadar mesut bir insan zor bulursunuz. Ufak tefek dertleri bir yana koyarsanız kaygı duyduğum hiçbir şey yok. öyle sanıyorum ki, sahnede ve perdede seviliyorum, alkışlanıyorum. Bir sanatçı için bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?... Onun için diğer dertlere 'Boş ver canım' deyip geçiyorum»

Bu sözlerden sonra beraberce evden çıktık.

(Röportaj: Yavuz Turgul - Ses Dergisi - 16 Eylul 1972)


Sadri Alışık'ın unutulmaz repliklerinden biri: Sokak köpeklerine selam vermek adam olmaya çeyrek var demektir - Video >>

Perşembe, Haziran 28, 2018

Türkan Şoray'ın Sinemadaki İlk Günleri

6 Şubat 1971 tarihli SES dergisinde yer alan yazıda Türkan Şoray'ın sinemaya başlaması anlatılıyor.



Türkan Şoray ilk filminden sonra bir yıl boyunca da hiçbir film teklifi almamıştı

Türkan Şoray'ın 3. Levent'te, Sümbül Sokağı'ndaki 47 numaralı evindeyiz. Yeşilçam'ın "Taçsız Kraliçesi"nin, Türk sinemasının efsane kadınının üzerinde siyah bir tuvalet var. Bembeyaz dişlerini ortaya çıkaran tatlı bir gülümseyişle sinemadaki ilk günlerini anlatıyor. Kah dalarak, kah düşünerek...

Yandaki resimde Türkan Şoray ilk filmi "Köyde Bir Kız Sevdim"de Zeki Çan ile görülüyor

- "1960 yılında Fatih Kız Lisesi'nin sekizinci sınıfına devam ediyordum. En büyük emelim okumak, öğretmen olmaktı. Derslerime muntazaman çalışıyor, tahmin ediyorum, öğretmenlerim tarafından da seviliyordum. O günlerde bizim mahallede Emel Yıldız(*) diye bir kız arkadaşım vardı. Bir filmin başrolünde oynamaya hazırlanıyordu. Aldı, beni de sete götürdü. önce gitmek istemedim 'Ailem duyarsa çok fena olur' dedim, dinletemedim. Hayatımda gördüğüm ilk film seti bir tuhaf geldi bana. Ne yalan söyleyeyim, insanlarına ısınamadım bir türlü. Sıkıldım, utandım. Ve bir köşeye çekilip beklemeye başladım."

- "Fakat ne oldu anlayamadım, yarım saat kadar sonra sette bulunan bazı insanların bana bakıp birşeyler konuştuklarını hissettim. 'Acaba bir kabahat mi yaptım' diye düşündüm kendi kendime. Biraz sonra yanıma gelip benimle konuşmaya başladıkları zaman anladım ki, beni beğenmişler ve arkadaşım Emel Yıldız'ın oynayacağı başrolde oynatmaya karar vermişler..."

- "Hemen itiraz ettim. 'Olmaz. Arkadaşıma yapamam bu kötülüğü, ayıp olur, yüzüne bakamam. Fakat dinleyen kim? Herkes benim oynamamda ısrar ediyor. Bilhassa rejisör Türker Inanoğlu. 'Olmaz Türkan Hanım' diyor, 'Bu rolü muhakkak siz oynayacaksınız. İnanın bana, tam bu rol için yaratılmışsınız' Yeminler ediyor 'İleride büyük yıldız olacaksınız' diye... Sonunda galip çıkan onlar oldu. Kabul ettim tekliflerini ve 'Köyde Bir Kız Sevdim'le sinemaya başladım."

İLGİLİ YAZILAR:

- "Başladım ama önce ev, sonra öğretmenlerim ayağa kalktı. Rahmetli dedem başta olmak özere annem ile babam artist olmama şiddetle itiraz ettiler. Hele dedem... Hiç unutmam, bir gün beni karşısına aldı 'Bak kızım, daha 15 yaşındasın. Hayatı, insanları tanımazsın. Seni oralarda kötü yola düşürürler. Aile şerefimiz iki paralık olur sonra' dedi. Ama onların düşündükleri gerçekleşmedi, aile şerefimizi iki paralık etmedim."

Yandaki resimde Türkan Şoray sinema kariyerinin ilk yıllarında görülüyor.

Türkan Şoray, soluğunu tazeleyen bir atlet gibi derin bir nefes alıyor. Bir an duruyor, gülerek bize bakıyor. 'Nasıl sinemadaki ilk günlerim enteresan değil mi?' gibilerden... Sonra kaldığı yerden tekrar başlıyor anlatmaya:

- "Artist olmamı istemeyenler sadece ailem değildi. Bu kararıma öğretmenlerim de çok üzülmüşlerdi. Bir gün müdür bey beni çağırdı 'Bak kızım, sana biraz daha müddet verelim, iyi düşün taşın' diye nasihat etti. 'Okusan daha iyi edersin. Artistlik boş şey. Kendini heba etme. Elimizde büyüdün, yazık olur sana' dedi."

- "Aileme ve öğretmenlerime hak vermeme rağmen dönemiyordum verdiğim karardan. Hele ilk filmimden aldığım 500 lirayı düşündükçe geceleri uykum kaçıyor, içimi kazanmak, çok para kazanmak, şöhret olmak hırsı kaplıyordu. Ve bu hırs gittikçe büyüyordu beynimin içinde. Ancak o günlerde moralimi bozan birçok olay oldu. Şimdi bana bir filmim İçin 75 bin lira verip yılda dört film yaptıran bir büyük prodüktör, stüdyosunda tecrübe filmi çektirdi. Sonra öğrendim ki, beğenmemiş yüzümü. 'Bu kızdan pek öyle büyük bir şey olmaz' demiş. Nitekim, aylarca cevap beklediğim halde aramadılar beni. Anlayacağınız ilk filmimden sonra bir yıl hiç kimse oynatmadı beni filmlerinde."

- "Bu sıralarda parasızlıktan dudağıma ruj, ayağıma çorap alamadığım günler olmuştu. Aç kaldığımı bile hatırlıyorum. Derken bir gün Nevzat Pesen'in beni aradığını söylediler. Başrolünü Sunay Uslu'nun oynadığı 'Aşk Rüzgarı' filminde ikinci derece bir rol varmış bana göre. çarnaçar boynumu büküp razı oldum. Başka çarem yoktu. 400 lira para alacaktım. Bu ikinci filmimden kalan tatlı bir hatıram da o yılların en ünlü kadın oyuncusu Muhterem Nur'dan imzalı fotoğrafını istememdir. O fotoğrafı hala tatlı bir hatıra olarak saklarım."

Yandaki resimde Türkan Şoray, kaderini değiştiren "Aşk Rüzgarı" filminde Suna Pekuysal (solda) ve Sunay Uslu (sağda) ile birlikte görülüyor.

- "İkinci filmimin kaderimi değiştirdiğini söyleyebilirim. Zira, sinemacılar Nevzat Pesen'e gidip, 'Sende akıl yok mu hiç? Türkan Şoray dururken Sunay Uslu'ya başrol verilir mi?' demişler. Bu arada sinemalarda bazı seyirciler de lehimde tezahürat yapmışlar. Neticede Nevzat Pesen üçüncü filmim 'Utanmaz Adam'da bana başrol verdi ve şansımı değiştirdiği gibi moralimin düzelmesine de sebep oldu."

- "Arkasından 'Dikenli Gül', 'Otobüs Yolcuları', 'Acı Hayat' geldi ve ismim afişlerde, jeneriklerde başlara doğru yükselmeye başladı. Bu arada bazı rol arkadaşlarım beni kıskanmaya, afaroz etmeye kalktılar. Yani doğmadan öldürmeye çalıştılar. Bunlardan biri de o yılların 'Kral'ıydı. Ama Allah büyük. Gün geldi, ben onu afaroz ettim. (Türkan Şoray burada isim vermese de, biz Ayhan Işık'ı kastettiğini öğrendik. Ayhan Işık, Acı Hayat filminden sonra "Bir daha Türkan Şoray'la oynamam" demiş.)"

- "Yeşilçam'da günden güne gücümün kuvvetimin arttığını hissediyordum. Fiyatım füze hızıyla artıyor, gelen tekliflerin sayısı daima artıyordu. Birşeyler yapmam lazımdı. çünkü, çok çekmiştim ve inişin yükselişten çok daha kolay olduğunu biliyordum. İşte o sırada 'Türkan Şoray kanunları' denen şeyler geldi. Ben ortaya kanun falan koymamıştım, sadece 'Ben şu, şu şartlarla çalışırım' demiştim. Aslına bakarsanız bu benim icadım değil, Türkiye'de de, dünyada da oyuncuların genel ve özel şartları var. Ama benim ileri sürdüğüm özelşartlar 'kanun' diye adlandırıldı, sonra aleyhime garip bir kampanya açıldı. Hayretler içindeydim. Ben yıllarca film setlerinde başka oyuncuların koydukları şartlara uygun olarak çalışmış, hiç ses çıkarmamıştım. İki filmde görünen bir hanım üçüncü filmine başlarken protüktöre 'Soyunmam' diye dayatabiliyordu. Ama aynı şeyi ben söyleyince, 'Kanun koydu' diye ortalık ayağa kaldırılıyordu. Dönüşü olmayan bir yerdeydim ve tek şeye, sadece seyircinin sevgisine dostluğuna güveniyordum. Beni yalnız bırakmadılar, kuvvet oldular ve aleyhime açılan bütün kampanyalara rağmen özel şartlarım devam etti."

Yandaki resimde ise Türkan Şoray'ın yer aldığı ilk dergi kapaklarından birini görüyorsunuz.

İşte Türk sinemasının bir numaralı kadınının Yeşilçam'daki ilk günleri böyle. Tesadüfle, acıyla, ıstırapla ve heyecanla dolu. Onun da sinemadaki ilk günleri tıpkı diğer şöhretlerin ilk günleri gibi. Türkan Şoray'a veda edip evinden ayrılırken son sözleri şunlar oluyor Yeşilçam'ın efsane kadınının:

- "Beni sevenlere, sevmeyenlere mecmuanız vasıtasıyla kucak dolusu sevgiler, saygılar. En iyi günler onların olsun."

Ses Dergisi 6 Şubat 1971)

(*) Emel Yıldız, sonrasının hayvan hakları savunucusu Panter Emel olarak tanındı.


İLGİLİ YAZILAR:

Çarşamba, Haziran 27, 2018

Ajda Pekkan'ın 1963'te yayınlanan ilk magazin haberi

16 Şubat 1963 tarihli SES dergisinde yayınlanan bir yazıda "Ajda Pekkan'ı müzik alemimizdeki boşluğu doldurabilecek kıymette bir şantöz olarak görebiliriz" deniyordu. İşte o yazı:



Memleketimizde hafif müzik alanında tam şantöz sıkıntısı hissedildiği bir anda ortaya genç ve kabiliyetli bir yıldız çıktı. İsmi Ajda Pekkan

Henüz 18 yaşında olan Ajda Pekkan, ilk müzik derslerini İlham Gencer'den aldı.Henüz 18 yaşında olan Ajda Pekkan, ilk müzik derslerini İlham Gencer'den aldı.

Memleketimizde hafif müzik alanında tam şantöz sıkıntısı hissedildiği bir anda ortaya genç ve kabiliyetli bir yıldız çıktı. İsmi Ajda Pekkan. İlk İlham Gencer'in topluluğunda mikrofona çıkan ve kısa zamanda aranılan bir insan olan bu genç şarkıcı, ilk müzik derslerini İlham Gencer’den aldı. Sonra İstanbul Teknik Üniversitesi'nin televizyon şovlarına çıktı... 

Bu henüz 18 yaşındaki genç kız için bir tecrübe devresi sayılabilirdi. Ajda Pekkan, kendine meslek olarak seçtiği bu yolda düzenli ve programlı bir şekilde yürüyerek başarıya ulaşmak niyetinde. Son Avrupa seyahatinden birçok plak ve bantlarla döndü. Repertuarındaki melodileri Avrupa'da ayın en sevilen yirmi melodisi arasından seçiyor. Şimdi Moda'daki Lozan Kulübü ile anlaşmaya varan Pekkan, Attilla Berkan orkestrasında şarkı söylüyor.

Emekli bir deniz albayı olan babası tarafından gayet modern bir şekilde yetiştirilen Ajda, lise tahsilini Çamlıca Kız Lisesi'nde tamamladı. Çocukluğundan bu yana en büyük isteği herkes tarafından sevilen, beğenilen bir şarkıcı olmaktı. İlk olarak Ses dergisinin «Müzik Albümü» sayfalarında Los Çatikos Grubu'yla beraber tanıttığımız Ajda Pekkan, şimdiye kadar yüzlerce mektup almış. Hayranları kendisinden daha çok İtalyanca şarkılar söylemesini istiyor.

Sesiyle olduğu kadar fiziki güzelliği ile de dikkati çeken genç şarkıcıya, sevgiden bahsedilince yüzünü buruşturuyor. Sevgi ve aşk konusunda kararsız. «Sevgi izafidir» diyor. Her şeyin her an değişebileceğine inanıyor. Bu mevzuun daha geniş manada tarifinden kaçmıyor. Sadece, «Benim en büyük sevgim tabiattır» demekle yetiniyor.

Ajda, gerçekten tabiatı seviyor. Müzik hayatına başlaması tamamen kendi isteği ve çalışması sayesinde olmuştur. Henüz mektebe bile gitmediği zamanlarda annesinin yatak odasına gizlice girip tuvalet aynasının karşısına geçerek saatlerce süslenirmiş. Sonra büyüklerinin önüne gelip «Size şarkı söyliyeceğim. Eğer beni dinlemezseniz oturup ağlarım»  diye kendince onları korkutmaya çalışırmış...

Sesiyle olduğu kadar güzelliğiyle de dikkati çeken Ajda Pekkan, Atilla Berkan Orkestrası'yla provada... Yandaki resimde Ajda Pekkan, Atilla Berkan Orkestrası'yla provada görülüyor.

Ajda, şimdi bu halini anlatırken gülüyor. İleride bir film çevirmek için teklif alırsa nasıl karşılayacağı sorusuna cevap vermiyor. Sadece «Şarkı söylemeyi çok seviyorum. Bu konuda başarıya ulaşmak benim için en büyük mutluluk olacaktır» demekle yetiniyor.

Ajda Pekkan'ı, müzik alemimizdeki boşluğu doldurabilecek kıymette bir şantöz olarak görebiliriz.


İlgili yazılar:

Ajda Pekkan'ın 6 günlük kocası

Ajda Pekkan'ın sahnedeki ilk günleri

Pazartesi, Haziran 25, 2018

Magazin nostalji - Feza Çağı'nın müzikçileri: Siluetler

Metin Aytunca'nın kurduğu SİLUETLER grubu kısa süren müzik yaşamında çok sevilmiş ve hayranlık uyandırmıştı.

16 Temmuz 1966 tarihli bir magazin dergisinde SİLUETLER grubu işte şöyle anlatılıyordu:



Nerede eski devirlerin insanı derin düşüncelere salan sazendeleri, nerede Siluetler? Arada karlı dağlar var. Eskinin mistik havası yok bu gençlerde. Hareket var, ateş var, 20. asır var...

Beyoğlu'nun büyük sinemalarından Fitaş'ın sahnesinde «Altın Mikrofon» adlı müzik yarışması yapılıyordu. Sahneye "Siluetler" adlı topluluk çıkmıştı. Şef Mesut Aytunca, dinleyicileri selamladıktan sonra, ilk parçalarının adının «Akromion» olduğunu söyledi. Herkes birbirine baktı. Hiç kimse bu kelimenin ne anlam ifade ettiğini anlayamamıştı. Bu esnada ön sırada oturanlardan bir doktor, yanındaki eşinin kulağına eğildi:

- «Hanım, biliyor musun,» dedi: «Akromion, ne demek?»

Kadın, «Bilmiyorum» gibilerden başını iki yana salladı. Doktor tekrar eşinin kulağına eğildi:

- «Akromion, vücudumuzda bulunan kemiklerden birinin ismidir!...»

Kadının gözleri büyüdü. Şaşırmıştı. O sırada çalınmakta olan parçayı daha dikkatli dinlemeye başladı. Orkestra gözüne bir başka türlü gözüktü.

Siluetler'le şef Mesut Aytunca'nın Yıldız asfaltı üzerindeki dairesinde konuştuk. Hepsi de cin gibi, esprili delikanlılar. Nerede eski devirlerin insanı derin düşüncelere salan sazendeleri, nerede bu gençler? Arada karlı dağlar var. Eskinin mistik havası yok bu gençlerde. Hareket var, ateş var, 20. asır var...

(Soldaki fotoğraf: Siluetler, bugünkü gençliğin temsilcileri. «Altın Mikrofon» yarışmasında aldıkları birincilik ünlerini daha da yaydı. Şu anda Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde konserler veriyorlar. Soldan sağa doğru, Erol Bilem, Mesut Aytunca, Metin Alatlı, Aydın Daruga ve Rasim Ulusman.)

«Çocuklar" dedik, «Sahi nedir bu «Akromion» isimli parçanızın anlamı?» Hepsi birden kahkahalarla gülmeye başladılar. «Söylemeyiz» dediler: «Madem gazetecisiniz, arayın bulun!...»

Sonra, şefleri Mesut Aytunca şunları anlattı: «Ben istanbul Tıp Fakültesi'nde öğrenciyim, ikinci sınıfta okuyorum. Fakat bu gidişle bitirip doktor olacağım pek yok. Bir beste yapmıştım, arkadaşlarla ne isim koyalım diye araştırıp duruyorduk. Fakat hiçbirimiz de şöyle dişe dokunur bir isim bulamıyorduk. Nasıl oldu hatırlayamıyorum, birden 'akramion' kelimesi aklıma takılıverdi. Ama o anda ben de bu kelimenin vücudumuzdaki kemiklerden birisi olduğunu çıkaramadım. Neden sonra düşündüm, buldum ki, akromion, Tıp Fakültesi'nin ikinci sınıf kitaplarından birinde geçen bir kelime... Bunda da bir hayır var, dedik ve bestemize oybirliğiyle bu ismi verdik.»

Siluetler 1963 yılında bir araya gelmişler. Perdenin ilk açılışında yüzleri gözükmediği, dinleyicilerin karşısına ışık oyunlarıyla siluet olarak çıktıkları için bu ismi almışlar. Hepsi de öğrenci. Rasim Ulusman ile Aydın Daruga lisede, diğerleri üniversitede okuyorlar. Siluetler, bir «show orkestrası» niteliğini taşıyor. Enstrümantal aranjmanları var. Diğer orkestralar gibi sözlü aranjman yapmıyorlar. Erol Bilem, bunun nedenini şöyle izah etti:

- «Sözlü aranjmanlarda Türkçe bozuluyor, kişiliğini kaybediyor. Fakat yine de sözlü aranjman günün modası olarak devam edip gidiyor. Biz bu akımın devamlı olacağına kani değiliz.»

Orkestranın en önemli enstrümantal aranjmanları şunlar:

«Lorke... Lorke...» Bu bir Kürt havası. Davul, zurna ile çalınan bu parçayı batı müziği enstrümanları ile aranje etmişler. Arkasından «Kaşık Havası» geliyor. Ve nihayet «Dede Efendi 66» bu yılın bombaları arasında... Parça klasik Türk müziğinin büyük bestekârı Dede Efendi'nin hicvidir...

Siluetler'in kadrosu şöyle sıralanıyor: Mesut Aytunca (solo gitar), Erol Bilem (bas gitar), Rasim Ulusman (ritm gitar), Metin Alatlı (org piano), Aydın Daruga (bateri).

(16 Temmuz 1966)



Mesut Aytunca ve Silüetler - 1967 LP Full Kayıt - Dinlemek için TIK'layın

Mesut Aytunca Nasıl Öldürüldü?

 

 

 

 

 

 

Nostalji Sohbet Videoları - 8

Nostalji Sohbet Videoları - 7

Nostalji Sohbet Videoları - 5

Mesut Aytunca Nasıl Öldürüldü?

Nostalji sevenler için çok özel bir video kanalı

Siluetler grubunun kurucusu, Türkiye'nin en iyi gitaristlerinden Mesut Aytunca, kaldığı pansiyonda kadın çorabıyla boğularak öldürüldü

Bir müzisyene yakışmayacak bir şekilde öldü Mesut Aytunca... Hunharca bir cinayete kurban gitti...

Mesut Aytunca, Siluetler grubunu yeni kurduğu yıllarda...Yandaki resimde Mesut Aytunca, Siluetler grubunu yeni kurduğu yıllarda görülüyor.

Böyle genç bir insanın ölümünün arkasından bir dolu söz söylenir... Ama, ne gerek var dı sanki, onları burada bir kez daha tekrarlamaya? Mesut Aytunca'nın 32 yaşında olduğunu. Tıp Fakültesi son sınıfında öğrenim gördüğünü söylememiz, bu ölümün acılığı için yetmez mi?

Mesut Aytunca sanat hayatına 1958'de başlamıştı... O devrin en genç ve en dinamik topluluğu Gökçen Kaynatan Orkestrası'nda çalışıyordu... Gençleri peşinden koşturan bu orkestranın gitaristiydi... 1965'te grubunu kurdu: Siluetler...

Mesut Aytunca, Türkiye'nin en iyi gitaristlerinden biriydi...Mesut Aytunca, Türkiye'nin en iyi gitaristlerinden biriydi...

Bu grupla birlikte katıldığı Altın Mikrofon Yarışması'nda, 1965'te 3., 1966'da birinci oldu. Müziğe Siluetler ile uzun süre devam etti. Türkiye'nin en iyi gitaristlerinden biri olarak kabul edildi. Ancak, değişen müzik anlayışına ayak uyduramadı. Tadında bırakmak istedi. 1971'de profesyonel müziği bırakarak kendi başına amatörce çalışmaya başladı. Hemen arkasından da yarıda bıraktığı Tıp Fakültesi'ndeki öğrenimini sürdürmeye karar verdi.

Sanat dünyasından elini eteğini çekmişti Mesut Aytunca. Artık ne müzik sayfalarında adı geçiyor, ne plaklarda müziği dinleniliyordu... Taa ki günlük gazetelerin birinci sayfalarında adı o cinayet olayının içinde geçene kadar.

Mesut Aytunca yok artık... Sadece eski bir plakta dönen müziği kaldı geride.
(Ses Dergisi - 5 Haziran 1976)

Mesut Aytunca cinayetinin ayrıntıları:

Mesut Aytunca, 25 Ağustos 1944'te İstanbul'da doğmuştu. Erzurum Lisesi'nde eğitim gördükten sonra tıp fakültesinde öğrenime başlamış, ancak fakülteyi 3. sınıfta bırakarak, Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirmişti.
Mesut Aytunca'yı öldürdüğünü itiraf eden Ali İhsan Özbey...Yandaki resimde, Mesut Aytunca'yı öldürdüğünü itiraf eden Ali İhsan Özbey görülüyor.

Birçok kişi tarafından Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi gitaristlerinden biri olarak tanımlanan Mesut Aytunca, profesyonel müziği noktalayıp, bir süre önce tıp fakültesindeki öğrenimine yeniden başlamıştı.
Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Mesut Aytunca maalesef 28 Mayıs 1976'da işlenen bir cinayetin kurbanı olarak ortaya çıktı. Tıp fakültesinin 3. sınıfına devam etmekte olan 32 yaşındaki müzisyen, öldürülmüş olarak bulundu.
İstanbul Tarlabaşı'ndaki Yağhane Sokak'taki bir pansiyonda kalan Mesut Aytunca, aynı odada kaldığı arkadaşı Doğan Kınaytürk ile birlikte saat 21:00'de pansiyona geldi. Bir süre sonra dışarıya çıkan Doğan Kınaytürk saat 01:00'de pansiyona döndüğünde, Mesut Aytunca'yı yatakta yarı çıplak ve kadın çorabıyla boğulmuş halde ölü buldu.
Polis, görgü tanıklarının ifadesine göre ressam Bedri Koraman'ın çizdiği resim sayesinde, kısa bir süre sonra katili yakaladı. Suçunu kabul eden kahveci Ali İhsan Özbey tutuklanarak cezaevine konuldu.


Çocukluğumuzun Kahramanları - 1 Mister NO

Rock müzik dinleyicisinin "Kimse bilmiyor" sevinci

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 1. Bölüm: İçinizdeki Yazarı Uyandırın

Müzik Zevkinizi Kendiniz mi Belirliyorsunuz?

Çocukluğumuzun Kahramanları - 2 Baltalı İlah Zagor

Erkin Koray'ın "Çöpçüler" şarkısı nasıl ortaya çıkmıştı?

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 2. Bölüm: Asparagas Nasıl Yazılır?

Unforgettables Plak Serisi

BRUCE LEE'nin Öyküsü

Eskinin Adamıyla Yaratıcı Yazarlık Atölyesi - 3. Bölüm: Sanal Bir Hikaye

Çocukluğumuzun Kahramanları - 3 KIZILMASKE

Bu videoda; Kaçak, Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Doludizgin (Bonanza), Tatlı Cadı ve Komiser Columbo dizilerinin nostaljisini yapıyoruz

INTERNET Nostaljisi

Hayalet Görünce Ne Yapmalı?

Çocukluğumuzun Kahramanları 4 - Sihirbazlar Kralı MANDRAKE

Videoklipler Nasıl Ortaya Çıktı?

Yeşilçam'da Seks Filmleri Furyası

Çocukluğumuzun Kahramanları 5 - Kaptan Swing

Müzik Dinleme Alışkanlığımız Değişirken

Çocukluğumuzun Kahramanları 6 - Çelik Blek (Teksas çizgiromanı)

GIRGIR mizah dergisinin öyküsü

Gizemle Nasıl Başederiz?

Çocukluğumuzun Kahramanları 7 - Yüzbaşı Tommiks

Beatles Çılgınlığı - Müzik Tarihinde Bir Dönüm Noktası

Sosyal medyada paylaşılan matematik sorularının arkasındaki kandırmaca

Şarkı Sözlerinde Mutluluğun Formülü

DİKKAT: Bu video hassas insanlar için uygun olmayabilir

Çocukluğumuzun Kahramanları 8 - Barbar Conan

Turist Ömer Uzay Yolunda filminin öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 9 - Red Kid

Beyaz Kelebekler grubunun öyküsü

Ayla Dikmen'in öyküsü

Çocukluğumuzun Kahramanları 10 - Tenten

Eskinin Adamıyla Medya Maceraları

Eskinin Adamıyla Çizgiroman Nostaljisi- Türk çizgiroman kahramanlarına genel bir bakış

Çocukluğumuzun Kahramanları 11 - Tarkan

Bu video sohbetinde uzaylılar ve politikacılardan bahsedilmektedir. Hatta zekasına güvenenler için bir de bilmece var

Çocukluğumuzun Kahramanları 12 - Karaoğlan

'Beş Yıl Önce On Yıl Sonra' grubu

Dünyayı Kurtaran Adam filminini hatırıyor musunuz?

Plak toplamaya ve dinlemeye yeni başlayanlar için yararlı bilgiler bu videoda!

Çocukluğumuzun Kahramanları 13 - Yüzbaşı Volkan

Çocukluk arkadaşımız Pembe Panter

Magazin Nostalji - Ajda Pekkan'ın Sadece 6 Gün Süren İlk Evliliği

BEKLENEN ŞARKI Filminin Öyküsü

Barış Manço'nun 40 günlük ilk evliliği

Gazinolar: Bir Döneme Damga Vurmuş Eğlence ve Müzik Mekanları

Magazin Nostalji - Yabancı Basında Yeşilçam

ve huzurlarınızda The Muppet Show

illa ki Ferdi Özbeğen

Eskinin Adamı'nın Şimdiki Zamanla İmtihanı - Bu sohbette şiir, şarkı, videoklip.. Ne ararsanız var

Nedir Bu Nostalji Dedikleri?

Müzik - Magazin aleminde son durumlar nedir?

Çok Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan - Cem Karaca'nın Öyküsü

Magazin Nostalji - Alaturka mı, aranjman mı? Plak mı, kaset mi?

Magazin Nostalji - Erkin Koray maçı kaybedince sahadan nasıl kaçtı? Cem Karaca gece maçına güneş gözlükleriyle çıkınca ne oldu? Barış Manço, Kurtalan Ekspresi nasıl dağıttı?

Rocky Filmlerini Nasıl Bilirsiniz?

Alkışlarla yaşar, yalnızdır piyanist - Bu bir Ferdi Özbeğen hikayesi

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 1. Bölüm

Ferdi Özbeğen - 1984 Şan Konseri 2. Bölüm

Magazin nostalji: YEŞİLKÖY Havaalanı 1957'de nasıldı?

4 Ocak 1957 tarihli Hayat dergisinde, (o zamanki adıyla) "Yeşilköy tayyare meydanı" anlatılıyor. Tayyare meydanı deyimi zamanla hava meydanı, havaalanı ve havalimanı adlarını alacaktı. En sonunda "Yeşilköy Havaalanı" ise ATATÜRK HAVALİMANI adıyla anılacaktır

Yeşilköy - Ortaşark'ın en hareketli tayyare meydanı


Bu yakınlarda Yakınşark'ta hiçbir tayyare meydanının 'geldi, gitti' tahtası Yeşilköy'deki kadar meşgul değildir. Yeni bir kayıt düşülmediği an yoktur.Bu yakınlarda Yakınşark'ta hiçbir tayyare meydanının 'geldi, gitti' tahtası Yeşilköy'deki kadar meşgul değildir. Yeni bir kayıt düşülmediği an yoktur.

Bir çok saatleri sükunet içinde geçen eski Yeşilköy Hava Alanı'nın yerine şimdi karşımızda hemen hemen her milletin uçakları inip kalkan hareketli, telaşlı, kalabalık bir tayyare meydanı vardır.

Öyle ki günün bazı saatlerinde birer, ikişer dakika ara ile Yeşilköy'e mesela dört tane, dört motörlü dev uçak birden inmektedir. Hatta büyük tayyarelere yer açmak düşüncesiyle bugünkü modern meydanın hangarlara doğru biraz daha genişletilmesi dahi kararlaştırılmıştır.

Daha bir kaç ay öncesine kadar Kahire, meşhur Almaza ve Famlu meydanları ile şarkın en büyük hava merkezi halinde çalışmakta idi. Garptan gelen bütün uçaklar, Afrika'dan, Orta ve Uzakşark'tan,  Avustralya'dan gelen bütün tayyareler Kahire'den geçmekte idi. Ortaşark'taki siyasi durumdan sonra pek çok hava şirketleri yollarını Kahire yerine, İstanbul'dan geçirmektedir. Bu suretle Yeşilköy, Yakınşark'ın en trafikli hava alanı olmuştur.

Geçen ay içinde Yeşilköy Hava Meydanına inip kalkan 3000 uçak kaydedilmiştir. Bu 3000 iniş ve havalanışa bizim Türk Hava Yolları'nın tayyareleri dahil değildir. Bu ehemmiyetli rakamlardan sonra ayrıca İngiliz, Avustralya, Hindistan ve diğer bazı yabancı şirketler seferlerini Türkiye üzerinden geçirmeye başlamışlardır. Yalnız İngilizlerin Yeşilköy'e getirdikleri yeni uçuş servisleri haftada 50, ayda 200 tayyareye varmaktadır. Türk personeli bu büyük trafiği son derece dirayetle idare etmektedir.Geçen ay içinde Yeşilköy Hava Meydanına inip kalkan 3000 uçak kaydedilmiştir. Bu 3000 iniş ve havalanışa bizim Türk Hava Yolları'nın tayyareleri dahil değildir. Bu ehemmiyetli rakamlardan sonra ayrıca İngiliz, Avustralya, Hindistan ve diğer bazı yabancı şirketler seferlerini Türkiye üzerinden geçirmeye başlamışlardır. Yalnız İngilizlerin Yeşilköy'e getirdikleri yeni uçuş servisleri haftada 50, ayda 200 tayyareye varmaktadır. Türk personeli bu büyük trafiği son derece dirayetle idare etmektedir.

Bugün İstanbul'dan dünyanın en uzak yerlerine gitmek, mesela Avustralya Hava Yollan geldikten sonra Yeşilköy'den binip, aynı uçakla ta Sidney'e gitmek kabildir. Yeşilköy artık dünya hava yollarının kavşağı, dünya havalarının dört yol ağzı vaziyetine girmiştir.

Bütün bu büyük trafiğe rağmen, çok mühim bir iş olan meydan operasyonlarında, Türk personelinin gösterdiği faaliyet yabancı havacıların hepsini pek memnun etmektedir.

Bugünlerde Yeşilköy Hava Meydanı'nın kulesinde çalışanların başlarını kaşımaya vakitleri yoktur. Fotoğraf bir inişin meydan kulesinden idaresini gösteriyor.

Bugünlerde Yeşilköy Hava Meydanı'nın kulesinde çalışanların başlarını kaşımaya vakitleri yoktur. Fotoğraf bir inişin meydan kulesinden idaresini gösteriyor.

(Hayat Dergisi - 4 Ocak 1957)

Cem Karaca & Apaşlar - Emrah
(Orijinal Videoklip)
Ayferi - Dünya Ne Yalan
Yıldırım Gürses - Affetmem Asla Seni
Ferdi Özbeğen - Gitme Kal Bu Şehirde
Zeki Müren - Yarım Kalan Aşk
David McWilliams - Days of Pearly Spencer
Ayten Alpman - Ömrüm Senindir
Franki Valli & The Four Seasons
Can't Take My Eyes off You

Pazar, Haziran 24, 2018

Bugünkü Türkiye'den Bakıldığında Ne Kadar da Masumlar: Yeşilçam'ın Kötü Adamları


Türk sinemasının "kötü adamları", filmlerde her türlü cefayı çeker, gerçek hayatta da, rol icabı yaptıkları kötülükler yüzünden küfür işittikleri bile olur

Amerikan sinemasından bütün dünyaya yayılan bir deyim vardır: «Bad Man». Türkçemizde bu deyimin karşılığı «Kötü Adam»dır. Türk sinemasının en ünlü kötü adamları olarak Hayati Hamzaoğlu, Erol Taş, Bilal İnci, Behçet Macar, Kazım Kartal, Turgut Özatay ilk akla gelenlerdir. Seyircinin filmlerden çok iyi tanıyıp, nefret ettikleri bu sanatçıların isimleri genellikle pek bilinmez. Gelin isterseniz Yeşilcam'ın bu fedakar sanatçılarını daha bir yakından tanımaya çalışalım.

(Soldaki fotoğraf: Behçet Nacar ve Süheyl Eğriboz...)

Bir zamanlar sinemanın payitahtı olan Hollywood'un imal ettiği filmlerde görüp tanımaya başladığımız «Bad Man-Kötü Adam» modası önce Avrupa sinemasını etkisi altına aldı.

Sonra bütün dünya sinemasında örneklerine rastlamaya başladığımız «Kötü adam» modası, giderek Türk sinemasına da yerleşti. 1950 yıllarından sonra Türk filmlerinde görülmeye başlayan «Kötü adam» tipleri öyle zaman geldi ki, filmlerin iş yapma şansına tesir eder oldu.

«Kötü adam» tiplerini canlandıran sanatçıların çoğu, filmlerde oynadıkları önemli rolleriyle büyük başarılara ulaşmış, hatta yıllar boyu hafızalardan silinmeyan kompozisyonlarıyla gönüllerde taht kurmasını bilmişlerdir. Bizdeki «kötü adam»ların en yaygın şöhrete sahip olanı hiç şüphesiz ki rahmetli Ahmet Tank Tekçe idi... Oynadığı rollerle tamamen ters orantılı bir kişiydi Tekçe...

(Solda, Hayati Hamzaoğlu)

Türk sinemasında boy gösteren «kötü adam» tiplerinden ilk aklımıza gelenleri şöyle sıralayabiliriz: Atıf Avcı, Temel Karamahmut, Ali Korkut, Sadri Karan, Ferhan Tanseli, Mustafa Dağhan, Öztürk Serengil, Nazım İnan, Turgut Özatay, Turan Seyfioğlu, Cahit Irgat, Erol Taş, Ali Seyhan, M. Ali Akpınar, Talat Gözbak, Hasan Ceylan, Niyazi Vanlı, Sadettin Erbil, Kenan Pars, Hayri Esen, Baki Tamer, Atilla Ergün, Senih Orkan, Özdemir Han, Nusret Özkaya, Yavuz Caner, Süha Doğan, Faruk Panter, Necdet Çağlar, Necip Tekçe, Haydar Karaer, Reha Yurdakul, Ekrem Gökkaya, Tarzan Çetin, Tuncel Kurtiz, Önder Somer, Tuncer Necmioğlu, Danyal Topatan, Kazım Kartal, Yavuz Selekman, Özdemir Akın, Süheyl Eğriboz, Hikmet Taşdemir, Sırrı Elitaş, Sami Tunç, Oktar Durukan, İhsan Gedik, Adnan Mersinli, Hüseyin Zan, Enver Dönmez, Kuzey Vargın, Kudret Karadağ, Erdoğan Seren, İbrahim Kurt, Oktay Yavuz, Hüseyin Baradan, Hayati Hamzaoğlu ve Bilal inci.

Bu saydığımız aktörler içinde başrol oynamış oyuncuların mevcudiyetine de işaret etmek gerekir. Bu sanatçılardan bazıları karakter dalındaki «kötü adam» tipleriyle başarıya ulaşmış, şöhretlerini sürdüre gelmiştir. Bazısı da unutulmaz hatıralar bırakarak aramızdan ayrılmışlardır. Kimi de; «kötü adam» rollerinde oynayarak sinema serüvenine başlamış, şans onlara gülünce de başrol oyunculuğuna kadar yükselmişlerdir. Fakat netice itibariyle hepsi de mesleklerine tutku derecesinde bağlıdırlar. Filmlerde dayak yerler, asılırlar, düşer kalkarlar. Velhasıl her türlü cefayı çekerler. Öyle ki, filmlerde rol icabı yaptıkları kötülükler yüzünden sokakta rastladıkları kimselerden küfür işittikleri bile olur. (Üstte, İhsan Gedik...)

Ama onlar, gelecek bütün kötü davranışlara, tepkilere rağmen, oynadıkları rol küçücükte olsa canlarını dişlerine takıp, cansiperane bir çalışmayla rollerinin hakkını vermeye çalışırlar. Bu tehlikeli, bu kötü rollere karşı işitmek istedikleri, özlemini duydukları, yorgunluklarını bir anda unutuverecekleri tek kelime kuru bir «teşekkür»dür. Asıl onları memnun eden, mutlu kılan nedir bilir misiniz? Kendilerini perdede seyredenler tarafından beğenilmek, takdir edilmek ve alkışlanmaktır. (Üstte, Oktay Yavuz...)

Sinema seyircisi, perdeden aşina olduğu bu «kötü adam»ların çoğunun ismini bile bilmez. Bilmeden, onların şahsiyetleri hakkında fikirleri olmadan onlardan nefret ederler. Yaptıkları kötülüklerden ötürü, sinemanın bu «kötü adam»larına diş bileyenler bile mevcuttur. Hatta işi dövmeye kadar ileri götürmeye kalkışanlara da rastlanıyor. Örneğin, Oktay Yavuz ve Enver Dönmez bir film çekimi için bir Anadolu şehrinde bulundukları sırada çarşıdan geçerken yerli halktan iki-üç genç arasında şöyle bir konuşma geçmiş:

(Soldaki resimde Kudret Karadağ ve Behçet Nacar...)

- «Ulaa, bağ bağ sinemadaki o kötü herif değil mi he?»

- «He ya, valla o herif!»

- «Şunu bir döğek mi he?»

Tabii bu iki aktör selameti oradan kaçmakta bulacakları yerde, onların yanına yaklaşıp birer «Selamünaleyküm»den sonra dillerinin döndüğünce, kendilerinin bu işi rol icabı yani, yalancıktan yaptıklarını anlatmaya çalışmışlar. Etraflarına toplanan halkın meraklı, kin dolu bakışları arasında, «Kötülük yapan insanların daima cezalarını çekeceğini herkese anlatmak için böyle film çeviriyoruz, insanlar bundan ibret alsınlar ki kötülük yapmaya kalkışmasınlar» demişler. O kalabalığı ikna ettiklerini zannedip oradan ayrılırken hala şüpheli nazarlarla bakıyorlarmış kendilerine.

Bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Yerli film seyircisinin çoğunluğu henüz, rol icabı kötülük yapan kişi ile, o rolü canlandıran sanatçının kişiliğini karıştırıyor yukardaki örnekten de anlaşılacağı gibi. Bunun yanı sıra başka bir açıdan bu konuya bakılacak olursa olumlu bir netice çıkıyor ortaya. Çünkü halkın bu reaksiyonu, o sanatçının, rolünü başarıyla oynaması demektir. Her sanatçı gibi bu «kötü adam»lar da meslek hayatları boyunca böyle bir idealle yaşıyorlar. Ve şimdilerde yerli olsun, yabancı olsun sinemada artık «kötü adam» yok, «kötü adamlar» var.

(Solda, Bilal İnci...)

Eskiden yerli ve yabancı filmlerde bir veya birkaç «kötü adam» bulunurdu. Seyirci artık birkaç kişiyi değil, neredeyse bir orduyu haklayan, uzay çağına uygun süper jönler arar olmuştur. Dövmekle, öldürmekle bitmeyen bu «kötü adam»lar, seyircideki heyecan unsurunu ayakta tutan nedenlerin başında gelmektedir.


(Resimde Sezer Sezin ve Senih Orkan...)